1960’lı yıllarda doğduğu topraklara Emirdağ’a gelen ve yaşananları, savaşı anlatan bir Rum’un hikâyesi: Irakıcı gavurun oğlu

Fakı EDEER

Obalardan Odalara (emirdag.gen.tr)

1960’lı yılların başında doğduğu topraklar olan Emirdağ’a gelen ve yaşananları, savaşı anlatan bir Rum’un hikayesi:

Sanırım 1960’lı yılların başındaydı. Emirdağ’daki şimdikiBelediye Otelinin yerinde Bidiloğlu Kemal’in Meydan Kahvesi adında kahvesivardı. Yazın gününde kahvenin önüne onlarca masa koyarlardı. Ondan aşağı korsanolmazdı. Çarşıya gelen köfteci Ali’nin sıra bulunursa meşhur köftesindenyemeden Bidiloğlu’nun çayından içmeden kendilerini çarşıya geldik saymazlardı.Evimizin yakın olması itibarıyla yarıgünümüz eski heykeli çevreleyen üstü demir zincirli beton duvarla çevrilmişduvarın üstüne oturup, gelen geçenlere bakmakla geçerdi. Bazen da bası kesidene , tebeşirle kara kara çizip üzerinetaşlar koyup oynadığımız çocuk oyunuyla zaman geçirirdik.

Yine öyle birgündü, uzun çarşıdan heykele doğru küçük bir kalabalığın meydan kahvesine doğrugeldiğini gördük. Kalabalığın önünde Gavulkada (Cemalettin Akdeniz ) yanındaaynen Gavfulgada’ya benzeyen orta boylu, geniş omuzlu şoför şapkalı, üstü başıdüzgün, sevimli yüzlü, o zaman itibarıyla orta yaşlı bir adam, elinde bir beyazmendil, ara sıra gözünün yaşını siliyor, ara sıra gülümseyerek Bidiloğlu’nunkahvenin önündeki masaya oturdular. Gençlerin bazısı oturdu, bazısı ayaktakaldı. Sonradan birkaç orta yaşlı ve biraz daha yaşlı adamlar Gavfulgada’ya benzer yabancı adama sarılıp hasret giderdikleri belli idi. Çocuk olarak bizimde dikkatimizi çekti. Merakla biz de kalabalığın yanına vardık. Yanımdarahmetli Çerkezlerin Hamza vardı.Adam Emirdağ şivesi konuşuyordu. Emirdağ’daki eskibinalardan uzun çarşıdan bahsediyordu. Ara sıra aksanında değişiklik oluyordu.

Kalabalıktan ayrılan bir adam, başka bir adamla karşılaştı. Orada ney olduğunu, ayrılmakta olan adama, yeni gelen sordu. İkisi de Gavulgada yaşlarındaydı.“Ne var orada Gavulgada’nın mahkemesi mi var?”“Yo len, bilin mibilmem gavur mahkemesinde Irakıcı Gavur vardı hanı?”“ He…”“Onun oğlu gelmiş.”“Bilme miyim çocukken oynaşırdık; dur bi varıyım, bilebilecek mi beni?” diyerek, yanlarına vardı. Gavulgada takdim etti; kimlerden olduğunu anlattı, sarıldılar çocukluk anılarını yad ettiler.Çay kahveler içildi, kalabalık hep beraber kalktı, Suvermez yoluna doğru yürüdüler, biz demerakla arkalarına takıldık. Suvermez Köprüsü’nü geçtikten sonra sol tarafta İnkılap Okulu’na bitişik Yusuf Cıvan’a ait evin önüne geldik. Irakıcı Gavur’unOğlu denen adam, geriden evin temelden çatısına kadar baktı. Hem konuşuyor hemağlıyor, beyaz mendili ile göz yaşını siliyordu. Gavulgada Amca kapıyı çaldı. Kapıyı Yusuf Civan’ın Hanımı açtı, gayet güler yüzlü buyur Cemalettin Ağadedi. Gavfulgada (Cemalettin Akdeniz) “Bacım bu arkadaşım Emirdağ’ının yerli Rumlarından benim çocukluk arkadaşım Aristo. Bu ev onların eviydi, şimdi buraya gezmeye gelmiş. Müsaade edersen, doğduğu evi gezmek istiyor” dedi.Kadıncağız güler yüzle“Ne demek Cemalettin Ağatabi tabi. Durun bahçe kapısını açayım, önce bahçeye bakın ,sonra eve bakarsınız.” diyerek, bahçe kapısını açmaya gitti. Kalabalık bahçe kapısının açıldığı yan sokağa yöneldi. Kapı açıldı, kalabalık bahçe kapısından içeri girdi. Tabii biz de. Bahçe oldukça bakımlı; bir köşede kuyusu, ortasında,büyük bir şarap küpü ,birkaç zerdali ağacı, birkaç arık soğan, salatalık, domates ekili idi. Irakıcı Gavurun Oğlu Aristo Amca doğru kuyuya vardı. Kuyunun içine baktı, bahçeye baktı, kuyunun yunak taşının üstüne oturdu ,ellerini yüzüne kapattı, hıçkırahıçkıra ağlamaya başladı. Orada bulunan yufka yürekliler de Aristo Amcayla beraber ağlamaya başladılar. Ağlama bittikten sonra adam anlatmaya başladı.“Babam rahmetlik rakı yapar satardı. Karacaören’de tarlalarımız, bucakta bağımız vardı. Cemalettin benim en samimi çocukluk arkadaşımdı.” Bir an sustu.“Ben babamdan rakı çalardım bucağa gider orada saklı saklı içerdik, sarhoş olurduk ,ayıkasıya gelmezdik. Rumlar, Ermeniler ,Türkler derin bir dostluk içerisinde yaşayıp gidiyorduk. Avrupa Devletlerinin kışkırtmalarıyla Yunanlılar burayı işgal etti. Aziziye’ye Yunan askerleri gelmeden ‘zarar vermesinler’ diye her Hıristiyan, komşu genç kızları, gelinleri, hamile kadınları, kendi evlerine aldılar. Yunanlılar geldiler, çok kötü harp oldu, geldikleri gibi gittiler. Polatlı’dan dönen Yunan Ordusu Aziziye’nin eli silah tutan erkeklerini Çarşı Camiye doldurdu. Yakacaklardı.İleri gelen Rum eşrafla Papaz Efendi yalvara yakara halkı yakılmaktan zor kurtardı. Bizler, Aziziye halkından hiçbir kötülük görmedik, Allah razı olsun, kötülük görseydik, ben şimdi buraya ziyarete gelebilir miydim. Sonra mübadele oldu;gitmek zorunda kaldık. Sabah ezanı yola çıkacaktık. Mahallenin hepisi kapımızın önünde, anam babam ağlıyor, komşularımız ağlıyor ,biz ağlıyorduk. ‘Gitmeyin’ diyorlar;Baba’m ,Emmi’m ‘mecburuz ,gideceğiz’ diyorlardı. O zamanki Aziziye’nin ileri gelenlerinden dört beş kişi geldi. Bekleyin, Kaymakam Bey size kağıt yazacak, İzmir’e kadar yanınıza adam verecek, size yollarda kötülük yapılmasın’ diye dedi. Kaymakam kağıt yazdı, yanımıza adamlar verdi, bizi İzmir’e kadar götürdüler. Yolda hiç kötü bir şey başımıza gelmedi. Yalnız Yunanistan’da çok eza cefa çektik. Biz Rum olmamıza rağmen, Yunanlılar bizi ‘Türk dölü’ diye aşağıladılar. Ailemiz Yunanistan’a varınca dağıttılar. Birbirimizi yıllar sonra bulduk. Sefaletten ve soğuktan ölenlerimiz oldu. Allah’a şükür memleketimi, doğduğum yerleri ölmeden görmek bana nasip oldu. Hak sizden razı olsun,b eni uğurladığınız gibi karşıladınız. Ölsem de gam değil.. diye” ağlayarak sözlerini bitirdi. Önce evin mahzenine girdi, sonra eve çıktılar evin hanımı ;“Abi bu ev sizin, buradayken hangi odada yatıyorsan, o odayı döşeyim. Yatağını o odaya sereyim, ne olursun bir gün bizde kal”dedi.Adam“Bana bu güler yüzünüz yeter. Ben Cemalettin Beyin misafiriyim, onda kalacağım. Yarın gelip bir kahvenizi içerim, sağ olun.” diyerek ağlaya ağlaya evden ayrıldılar. Topluca çarşıya doğru yürüdük. Biz de çocukça yüreğimizle çok etkilenmiştik. Köprünün üstüne gelindiğinde, çarşıya doğru köprüyü geçince köşedeki küçük evde yaşayan Abtal Leyli diye bilinen ihtiyar kadın, her zamanki gibi kapının eşiğinde altında bir minder oturmaktaydı. Aristo Amca kadına dikkatli bakarak “Celalettin Bey bu bizim Leyli değil mi?”“Evet.” dedi“Dur bakalım beni hatırlayabilecek mi? Leyli kızlığında Aziziye’nin en güzel kızlarındandı biliyorsun.” dedi“Tabi bilmez miyim”,diyerek Leyli’nin yanına vardı.”Leyli nasılsın iyimisin?” dedi“İyiyim edem, ben seni bilemedim.”“Ben Irakıcı Gavur’un oğlu Aristo’yum.” Deyince, Leyli’yle sarıldılar, ağlaştılar, biraz sonra sohbete koyuldular. Leyli Bibi adını bildiği bütün Rumları sordu. Aristo Amca hepsini cevapladı. Yalnız aklımda kalan bir isim; Leyli Bibi,”Gül potura öldü müsağ mı?” dedi. Aristo Amca “Kilopatra öldü”dedi Demek ki bizim Emirdağ’lılar Kleopatra’ya Gül potura diyormuş. (Bu yörede potura aynı zamanda pudra anlamına gelir)Kalabalık çarşıya varınca dağıldı. Ondan sonra, o adamın ağlamasını hiçbir zaman unutamadım. Demek kinerde yaşarsan yaşa, çocukluğunun geçtiği yerdir vatanın…

Kaynak link: http://www.emirdag.gen.tr/haber/irakici-gavurun-oglu-2175 (Erişim: 27.08.2019)