Yaşar Kemal’in İnce Memet’i Çukurovalı mı? Dinarlı mı?


Nedret GÜRCAN

Büyük bir edebiyatçıyla tanışmak…

28 Şubat 2015 günü 92 yaşında yaşamını yitiren ünlü roman ve öykü ustamız Yaşar Kemal için gazeteler “Bir yanardağ söndü” manşetiyle çıktı. Hakkında yazılanlar günler sürdü, sürüyor… Büyük bir cenaze töreni yapıldı, son yolculuğuna uğurlandı. O’nu seven halkımız ve tüm Türkiye, eserlerinin basılıp okunduğu ülkelerin sanat- edebiyat çevreleri saygıyla andılar…

Önce, Yaşar Kemal’i tam altmış yıl önce tanımış olmamın, kendisini Dinar’da ağırlamamın ve de hemen bütün eserlerini okuyan bir hayranı olarak ölümüne çok çok üzüldüğümü yazmalıyım.

Benim Sevgili Taşram ve Hoşça Kal Dinar kitaplarımda bu tanışmanın ve sonrasının öyküsünü anlatmıştım. Şimdi de daha çok okunması için Dinar-Belediye Web Sitesi’nde Bir Zamanlar Dinar başlıklı köşemde yazmak, anlatmak istedim.

Adını ilk olarak Cumhuriyet gazetesinde Anadolu insanının iktisadi ve toplumsal sorunlarını dile getirdiği dizi röportajlarında görmeye başladım. İlk romanı İnce Memet 1953-1954’te Cumhuriyet’te tefrika edilmeye başladı ve büyük ilgi gördü. Eşkıya öykülerini biliyordum. Yaşar Kemal’in İnce Memet’inin efsane kişiliği bana sevimli gelmişti.

Yaşar Kemal, Cumhuriyet gazetesi fotoğrafçısı Selâhattin Giz ve eşleriyle Alanya Damlataş Mağarası’ndaki astımlı hastalarıyla yaptığı röportaj ziyaretinden İstanbul’a dönerlerken 22 Şubat 1955 günü Dinar’a, bana uğramış, “Burada bir şairimiz var, onu görmeden olmaz, sorup kendisini bulup iki kelam edelim” demiş.

Cumhuriyet Alanı’nın bir köşesinde arabadan inerek ilk rastladığı kişiye beni sormuş. O kişi Yaşar Kemal ve beraberindekileri elli metre ötedeki büromuza kadar getirmişti.

Benim edebiyata başladığım yıllarda biz küçükler abi edebiyatçıları görmek, tanımak, onlarla konuşmak için can atardık. Şimdilerde de öyle mi? Bilemiyorum…

Gazetedeki fotoğraflarından ve gözlüklerinden tanıdığım Yaşar Kemal’i Cumhuriyet Alanı’ndan yanındakilerle büromuza doğru geldiğini gördüğümde koşmuş, heyecan içinde elini sıkarak “Hoş geldiniz üstat” demiştim. Bana yanındakileri tanıtmış ve “Seni bu kadar kolay bulacağımı düşünmemiştim” diyerek koluma girmiş, büroya kadar da nereden geldiklerini, ziyaret sonrasında İstanbul’a döneceklerini söylemişti.

 

*Yaşar Kemal’in ölümünden sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde tam sayfa fotoğrafı

Şairler Yaprağı dergisinin ağırlığı:

Büroda Şairler Yaprağı’nın yeni sayısını matbaaya yetiştirmek için çalışma içindeydim. Koltuklara oturmadan derginin masamdaki mizanpajını, şairlerin üst üste konmuş dergiye girecek şiirlerini ayakta gözden ve elden geçirdi. “Seni, ilçeni ve bir ilçede dergini nasıl oluşturduğunu merak ediyordum; şimdi anladım…” dedi. Ankara-Kaynak Yayınları’nda 1953 yılında çıkan masanın üzerinde duran ilk şiir kitabım Yaşadıkça Aşk Yaşar Kemal’in dikkatini çekti. Hemen imzalayıp sundum. Birkaç şiirimi ayak üstü okudu, “Güzel” dedi. Aşk şiirlerimi İstanbul’a kadar yol boyunca okuyacağını, beni daha çok tanıyacağını… söyledi.

Öğle yemeğine kadar büroda kahve ve çay içerek, Alanya Damlataş Mağarası gezileri hakkında konuşarak konuklarımız arasında güzel bir ortam ve sıcaklık doğdu.

Öğle yemeğini Hakkı’nın İmren lokantasında yedik. Konukların kimler olduğunu girişte arkadaşım Hakkı’nın kulağına fısıldadım. Mesleğinin önemini çok iyi bilen Hakkı müşterilerine her zaman gösterdiği ilgiyi bu kez konuklara eliyle ikramda bulunarak gösterdi.

Un fabrikamız işletmeye açılalı bir yıl kadar olmuştu. Derginin basıldığı matbaayı ve fabrikayı merak etti. Onları fabrikaya ve matbaaya götürdüm. Buğdayın su değirmenlerinde öğünerek un olduğunu biliyordu, görmüş ve yaşamıştı da elektrikle çalışan fabrika düzenini ilk görüyordu. Ustadan bilgi aldı. Bana da “Bunları yazmalısın” dedi.

İki göz odalı matbaada şaşkınlık geçirdi. Yüzüme baktı, ünlü kahkahasını patlattı ve “Sana deli” diyecektim, “şairler biraz öyledir…ve işte Anadolu da budur!Sen Anadolusun!..” dedi. Bir pedal matbaada Şairler Yaprağı’nın ayda üç bin baskı yapmasını aklına sığdıramadığını söyledi, beni içten sözlerle kutladı. “İyi ki Dinar’a ve sana uğradık” dedi.

Akşam da konuğum olmalarını istedim hanımlar İstanbul’a uzun yollarının olduğunu söyleyerek kalmak istemediler. Vedalaşırken “Şair, ilk fırsatta İstanbul’da görüşmek üzere” diyerek sarıldı. Onları uğurlarken bir düş görmüş ve uyanmış gibiyim…

Yirmi dört yaşlarındaydım. İnce Memet’i yazan ellerini sıkmanın genç bir şair olarak ne denli önemli ve anısı unutulmaz olduğunu her geçen gün daha çok yaşadım. Kaç kez İstanbul’a gittiysem bir rastlantı olmadı, rahatsız etmek de istemedim. O’nu bir daha göremedim. O artık benim altmış yıl önce görüp tanıdığım Yaşar Kemal değildi. Küçük tepecilerinden büyük bir dağ doğmuştu.

O’na ölümünden sonra “Bir Yanardağ söndü” dediler.

İnce Memet Dinarlı mı?

Konu uzun; kestirimden gitsem bile sayfalar tutacak. 1955 yılında Dinar’da tanıştığım Yaşar Kemal’in romanı İnce Memed’in ikinci cildi yayımlandıktan birkaç ay sonra Afyonlı tanınmış gazeteci Muzaffer Göktan Dinar’a, bana geldi. Fabrikada, büroda merhabalaştık…

Hemen söze girdi. Cumhuriyet’te yayınlanmakta olan İnce Memed’in Çukurovalı İnce Memed olmadığını, Dinar’daki eşkıya Koca Mustafa’nın kızanı Meh(m)et olduğunu, bir Dinarlı olarak bu iddiayı önce Dinarlılara sonra basına yansıtmamı istedi.

Bana Yaşar Kemal’in İnce Memed’iyle ilgili Afyon basınında yayımlanmış yazısını gösterdi. Okumamı istedi. Behçetoğlu Muzaffer Görktan’ın o yazısından bir bölümünü kendi imlâsı ile noktası noktasına buraya alıyorum:

“… Yaşar Kemal, folklor araştırmaları yaparken, Çukurovalı “İnce Memed” isimli bir şakinin öykülerini cazip buluyor. İlk kez 15.3.1953 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “İnce Memed”i tefrika ediyor. Hakikaten cazip mevzu. Nitekim bilahere Hürriyet gazetesinde tekrarlandı. 21 dile çevrildi. Hakikaten akıcı bir üslupla kaleme aldığı romanı taktire şayandır. Fakat yazar “İnce Memed”in şahsiyeti hakkında esaslı bir inceleme yapmadan kaleme sarılmış. Kendisini ikaz edenlere ise “Benim İnce Memed’im Dinarlı Kocamustafanın kızanı İnce

Memed’le ilgisi yoktur. Tam on “İnce Memed” tesbit ettim” gibi sözler etmiştir. “Ben incelemem sonunda on kadar “İnce Memed” tesbit ettim. Romanımda bunların müşterek vasıflarını anlatmağa çalıştım,” demiş olsaydı hoşafın yağı kesilecekti.

Yaşar Kemal’in “Benim İnce Memed’imin Dinarlı Koca Mustafa’nın İnce Memed’i ile ilgisi yoktur. Çukurovalı İnce Memed‘dir” diye israr edişi, esaslı araştırma yapmadığını gösteriyor. Yaşar Kemal ilk tefrikasına “Cumhuriyet”te başlamadan 7 sene evvel 27/9/ 1946 tarihli “Çağdaş” (Enver Esenkova’nın çıkardığı dergi)’ta “Türkülerimizin Dili” isimli uzunca bir yazımda “İnce Memed”in yaşam öyküsünü vermiştim.

Merhum Hocam Edip Ali Baki birgün beni evine çağırarak: Muzaffer, bu Çölovalı Koca Mustafa, hakikaten kahraman, mert bir şakidir Onun hakkında hayli incelemeler yaptım. Fakat tamamlayamadım. Bu işi sana bırakıyorum” diye Arap harfleri ile yazılmış defteri ve dosyayı bana verdi. Ben daha evvel Koca Mustafa ve İnce Mehmet‘i yakınen tanıyan Şair Merhum Vehbi Çizmeciler’den hayli notlar almıştım. Şairimiz, Koca Mustafa’nın tuzağa düşürülüp Bohorcular (Deveciler denilen bir aşiretin ismidir) tarafından vuruluşuna çok üzülmüş ve sık sık İnce Memed’in ismi geçen ilk Koca Mustafa türküsünü yazmıştır. Koca Mustafa vurulduktan sonra cesedi Dinar cezaevi kapısı önünde teşhir edilirken şairimiz de bu dağ cüsseli adamın soğuk yüzünü görmüştür. Türkü elli kıt’a kadar vardır. Olayı detaylarıyla anlatır.

Bir taraftan “İnce Memed’in Dinar’la, Koca Mustafa ile ilgisi yok” derken “İnce Memed” Romanının dördüncü baskısında “Şu Dinar’ın sıra sıra söğüdü,/ Ben geçerken yaprakçığı böğüdü, Deveciler küçük idi büyüdü/ Eyvah İnce Memed yaktın sen beni” vs diyor. Hani İnce Memed’in Dinar ve Koca Mustafa ile ilgisi yoktu. Keza yine “Türk Folkloru Araştırmaları” dergisinin Mart 1954 tarih ve elli altıncı sayısında Yaşar Kemal “Halk Türkülerinin Doğuş hikayeleri: İnce Memed” isimli yazısında verdiği türküde yine Dinar’dan bahsedilmektedir. O tarihli “Karagöz” gazetelerinde Koca Mustafa’nın cesedinin resmi neşredilmiş, kaçanlar arasında İnce Memed’in de bulunduğu kaydedilmiştir. Ayrıca İnce Memed’in arkadaşları ve Takip müfrezeleri Komutanı Beytullah Çavuşla da ayrı ayrı konuştum. Hatta Beytullah Çavuş, olaydan birkaç sene sonra İnce Memed’e Adana’da bir handa rastlar. Tabancasını çekerek vuracağı sırada İnce Memed ancak yalvararak kurtulur. Dikkat buyurulursa eski halk masallarını kaleme alan usta kalemler olayları anlatırken tarihi musuliyetten kurtulmak için “Rivayet edilir ki” diye başlarlar.

“Halk Bilimi” yörelerin değil, halkın öz malıdır. Yörelerin öz malı türkü, destan, Masal, efsane çok azdır. Bunu bulup çıkarmak da çok zordur. Bu konumuza da başka bir yazımla örneklerle döneceğim. Folklorcülerimizin dikkat edecekleri hususat, mümkün olduğu kadar köke inmek, asla kesin karara varmamaktır. Tarih baba kendisini tahrif edenleri affetmez. Hoşça kalın (Behçetoğlu Muzaffer Görktan)

Şair Vehbi Çizmeci’nin notları ve 233 dizeden seçmeler

Koca Mustafa ve İnce Mehmet’i yakınen tanıyan Afyonlu Şair Merhum Vehbi Çizmeciler’in notlarından sonra merak edip araştırmacı yazar Afyonlu İrfan Ünver Nasrattinoğlu’nun- şairin yaşamı ve şiirlerini kapsayan- kitabını gözden geçirdim. Konu edilen türkünün metnini kitaptaki şiirler arasında bulamadım. Bunun da yazılması gerekirdi diyorum.

Yaşar Kemal’in bu iddia karşısında önceki söylediklerine sonradan eklediği ya da benim gözümden kaçan bir şeyler oldu mu? Bilmiyorum. Belki de- daha fazla- üzerinde durulacak bir şey görmemiştir. Ben de aynı kanıdayım. Ayrıca bizim Dinarlı Koca Mustafa’nın “İnce Meh(m)et’i yoksulların, ezilmişlerin hakkını arayan bir “halk kahramanı” değildi. Soyan, korkutan, kaçıran ve öldürendi.

Eşkıya Koca Mustafa ve kızanlarının 1925’te tenkilinden sonra- köylülerin bir bölümünün hayranlık duydukları- eşkıya adına 52 adet 4’lük, 19 adet 3’lük, 6 adet 2’lik dizeler halinde tam 233 dize yazılmıştır. Bunların çoğunluğu “Koca Mustafa”yı, bir bölümü de “Buhurcular” başlığı altında, hem eşkıyayı hem de kızanlarını kapsamaktadır; zaman zaman dizelerin güçlü oldukları, bazen de şiir kural ve tekniğiyle hiç ilgisi olmayan dizeler olduğu görülmektedir. Bundan da esas yazılanın, yıllar içinde elden ele, dilden dile gezerken yakıştırmalarla değişikliklere uğratıldığı anlaşılmaktadır. Bu dörtlüklerin bir bölümü de, o yıllarda ve bazen şimdi de köy düğünlerinde türkü olarak söylenip çalınmaktadır.

Düğünlerde söylenen dizelerin konusu salt eşkıya değildir. Nicedir halk diline düşmüş olan, kulağa hoş gelen tekerlemeler de sıkıştırılmıştır. Ve bu 233 dizenin içinde, Nedret Gürcan’ın Kadı dedesi için söylenen “Yine de geldi mahkemelerin günleri günleri / Çil Kadıya ne cüvaplar vermeli vermeli” dizeleri yoktur. Bundan anlaşılan, kıyıda köşede onlarca Koca Mustafa dizelerinin bulunduğudur. Afyonlu araştırmacı-yazar M. Görktan’ın Koca Mustafa için yazılan dörtlüklerle “Memed” değil sık sık bir İnce Meh(m)et adı geçmektedir.

“Kalk gidelim İnce Mehmet dağlara / Dağlara değil jandarmasız köylere/ Kalk gidelim sürmeli gözlüm dağlara/ Dağlara değil jandarmasız köylere/ Kırıkların çeşmeleri harlıyor/ İnce Mehmet makinalı yağlıyor/ Dom dom kurşun ciğerini dağlıyor/ Güllü gelin başucumda ağlıyor/ Yetiş İnce Mehmet aldırdın beni/ Yad ellere saldırdın beni/ Buhurcular bölük bölük geldiler/ Ak göğsümü delik delik deldiler/ …/ Buhurcular koca gedikten ünledi / İnce Mehmet kulak verdi dinledi/ Koca dağlar inim inim inledi/ Çizmemin içine kanım damladı/ …/ Buhurcular atar atar vuramaz/ İnce Mehmet dumanından duramaz/ Bu memleket işimize yaramaz/ Her bir doktor yaralarım saramaz/ …/ Bahçelerde tutam tutam urfarsın/ Buhurcuoğlu islam değil Bulgarsın/ Gelsin İnce Mehmet beni kurtarsın / Ah ah, karakaşlım gelsin yaramı sarsın” (Not: 233 dizeden yalnızca içinde İnce Meh(m)et) geçenleri aldım)

 

* Solda büyük yengem Zehra öğretmen, eşi Tevfik amcam ve çocukları 1935


Eşkıya’nın Dedeoğlu Ailesinin evine baskını:

Bizim çocukluğumuz yazıda konu edeilen ünlü eşkıya Koca Mustafa’nın öykülerini dinlemekle geçmiştir. Koca Mustafa’nın ve müfrezedeki bir subayın sevda yüzünden karıştığı talihsiz öyküyü yazılmağa değer buluyorum. Bu öyküyü büyük yengem Dinar’da “Hoca Hanım” diye anılan öğretmen Zehra Gürcan anlatmıştı:

“İlçe kaymakamı yoktu. Vekil olarak yerine Hâkim Ali Niyazi Bey (dedem) bakıyordu. Eşkıya iyice azıtmış, soygun vurgun ve kötülüklerde çok acımasız olmuştu. Kendisini takipte olan jandarma erlerinden Ahmet ve Ismail’i, Başçavuş Ramazan’ı şehit etmiş, kayınbiraderi Başmakçılı Çoramık Nuri’yi jandarmaların elinden almıştı. Köylerden gelip gidenlerle Kaymakam vekili olan (dedem) Ali Niyazi Bey’i öldüreceği haberini de ulaştırmıştı. Vilayet durumu biliyor, izliyor ama sık sık yer değiştiren eşkıya takımını bulamıyordu. İlçe gece ve gündüz korkuyla yaşıyordu.

O günlerde dedeni şimdiki evinizin (yıkıldı) karşı köşesine düşen ve altından dere geçen, Albay Ziya Canefe’in evinin (yıkıldı) altında bir sanduka içinde saklamışlardı. Gündüz görevini yapan deden, akşamları eşkıyanın baskın korkusu nedeniyle orada saklı kalırdı.

O korkulu günlerin bir gecesinde eşkıya Koca Mustafa yüz kadar kızanıyla ilçeye baskın yaptı. Suçıkan’dan başlayarak 250-300 metre uzaklığa beşer onar metre aralıkla kızanlarını yerleştirmiş, at kişnemeleri ve korkutmak için havaya sıkılan kurşunlarla yol üstünde oturan birkaç haneyi sindirerek, asıl niyeti olan baskını ilçenin zenginlerinden sayılan Dedeoğlu Yokuşu’nda evleri bulunan Çinimolla Hacı Mustafa Efendi’nin evinin kapısına dayanmış ve birkaç el silah atmış, Dedezade Hacı Mustafa Efendi’nin pencereye çıkmasını istemiş. İçerde kimse yokmuş gibi evden ses edilmemiş. Bitişiğindeki evde oturan Tekke Mahallesi Muhtarı Mehmet Ali Poçulu, eşkıyaya “Evde” kimse yok!” diye bağırınca üzerine kurşun yağdırılarak öldürülmüş.

Eşkıya, ellerindeki kalın baltalarla ahşap kapıyı kırarak evin avlusuna girmiş, ikinci defa ikaz edilince ve silah sesleri avluyu inletince Çinimolla bizzat kendisi avluya çıkarak “Para istiyorsan yanımda yok. Elçi gönder, vereyim” demiş. Koca Mustafa sırıtmış; pis bir kahkaha atmış ve kızanlarına dönerek, “Ne yapalım?” diye sormuş. Onlar da “Evde bilezik, beşibiyerde ne varsa versin, sonra para yollasın!” demişler. Pencereden birkaç ince bilezik atmışlar. Eşkıya “Bu olmaz” demiş. Evde Çinimolla Mustafa Efendi’den başka karısı Hamdiye Hanım, kızı (şimdi Doğu Perinçek’in eşi Şule Perinçek’in annesi Şükran Hanım, (ve yıllar sonra Dinar belediye başkanı olan) bebek Mehmet Dedeoğlu var.

Korkulu, acımasız, kahredici bir gecenin yarısında evdekileri “para gelinceye kadar” diye dağa kaldırdı. Üç gün içinde istedikleri miktar para kaldıkları dağa gönderildi ve üç Dedeoğlu serbest bırakıldı”


Not:Büyük yengem Zehra Hanım’ın anlattıkları bu kadar. Yengem, Dedeoğlu Ailesi’nin büyüğü Çinimolla Mustafa Efendi’nin eşi Hamdiye Hanım’ın kız kardeşiydi.

 

(Solda ayakta Yavuz Gürcan, Necdet Gürcan, Mehmet Dedeoğlu’nun kardeşi Yılmaz Dedeoğlu, Nedret Gürcan, Dr. Orhan Gürcan, Hatice Gürcan, (iki kişi bilinemedi) Koca Mustafa’nın dağa kaldırdığı Şükran Dedeoğlu ( Doğu Perinçek’in kayınvalidesi) Ortada: ikinci sırada Tevfik Gürcan eşi Zehra Hocanım, Dedeoğlu Mustafa Efendinin eşi Hamdiye Hanım, evli çiftler, Jale Hanım ve Mehmet Dedeoğlu, Jale hanımın anne ve babası, altta aile çocukları…


Bizim İnce Me(h)met:

Yaşar Kemal’in “İnce Memed’inin ta Adanalardan Dinar’a uzanması neden? Onun “İnce Memed” iyle bizimkinin dağda olmaktan öte bir benzerliği var mı? Başka “İnce Memed”ler de olabilir. Kimi halkının uğradığı haksızlığa karşıdır; kimi de bizim İnce Me(h)met gibi halkı soymak ve öldürmek içindir. Acaba, Yaşar Kemal bizim İnce Me(h)met’imizi alıp, eğitmiş, adam etmiş; ondan sonra mı romanına bir “kahraman” olarak sokmuştur?!

Dinar’ın Kırıklar (Gökçek) köyünden olan, 1919 yılında asker firarisi olarak dağa çıkan Koca Mustafa, etrafını büyüterek çevreye korku salmaya başlamış. Soygunları salt Dinar ve köyleriyle kalmamış Isparta, Burdur ve Afyon’a kadar da uzamıştır. 1925’te Jandarma Komutanı Ragıp Bey kumandasındaki askeri birlik tarafından günlerce izlenmiş ve sonunda kıstırılarak adamlarıyla birlikte öldürülmüştür. Cesedini jandarmanın elinden zorla alan köylüler başını kesmişler, kızağa geçirimiş halde ve kızanlarının cesetlerinin ortasında Dinar hükümet konağı avlusunda halka seyrettirilmişlerdir. (Bak: Fotoğrafa)

* Eşkıya Koca Mustafa’nın ve kızanlarının Dinar Hükümet Konağı önünde başları kesilmiş durumda fotoğrafı

Kanla biten bir sevda öyküsü:

Koca Mustafa için ilçeye gelen müfrezenin yakışıklı süvari teğmeni ilçeden ayrılacağı gün -görevdeyken- Dinar’da sevdalandığı (bir memur kızıymış) kızı kaçırmak isterken canından olmuştur.

İlkokul öğretmeni büyük yengem Zehra Hocanım olayı şöyle anlattı: “Mevsim bahar, ikindiüstü öğretmen arkadaşlarla öğrencilerimizi hava almaları için yakın bir kıra, pikniğe götürdük. Aralarında beşinci sınıf öğrencimiz güzel bir kız var. Bir süredir kızın arkasında dolanan süvari teğmeni öğrenciler kırda eğlenip şarkılar söyler, oynarlarken süvari teğmeni at üstünde öğrencilerin arasına dalarak sevdalandığı güzel kızı kucaklayıp atın üstüne kucağına alıyor ve hızla uzaklaşıyor. Beklenmedik bu olay karşısında hemen jandarmaya haber veriliyor. Jandarmalar at üstünde daha hızlı hareket ederek teğmene kızı kendilerine teslim etmelerini istiyorlar. Defalarca bu ihtar yapılıyor. Ortalık karışıyor. Dinar ayakta… Teğmen bu isteği kabul etmiyor; çatışma çıkıyor jandarma kurşunları teğmeni öldürüyor; kız yaralı olarak kurtuluyor…”



Değerli okurlarım,

Nereden nereye? Yaşar Kemal’in Çukurovalı İnce Memed’iyle Dinarlı Koca Mustafa’nın İnce(m)ehmet’inin öyküsü sonunda bir teğmenimizin sevdasını ölümle sonlandırıyor… Yengemin söylediğine göre hem teğmene hem kıza türküler yakılıyor; yıllarca söylenen acılı türküler… Gün gelir o türküleri de yazarım. NG

 

Kaynak link: https://www.dinar.bel.tr/unlu-roman-ve-oyku-ustamiz-yasar-kemalin-ince-memeti-cukurovali-mi-dinarli-mi/ (Erişim:06.03.2019)

One thought on “Yaşar Kemal’in İnce Memet’i Çukurovalı mı? Dinarlı mı?

  1. Annesinin jandarmalarca sürüyerek götürülüşünü intikam olarak kabul etmiş derler, Dinar’ın Karataş köyünde evlendiği ve orada buhurcular değil jandarma tarafından öldürüldüğü dedeminde bunlarla ilişkisi olmadığı şahitler neticesinde kurtulduğu (Karataş köyü)

Comments are closed.