Sultan Divani Mehmet Çelebi

SULTAN DÎVÂNÎ (DÎVÂNE MEHMED ÇELEBİ)

(ö. 951/1544’ten sonra)
Mevlevîliğin yayılmasında önemli rol oynayan Mevlevî şeyhi ve divan şairi.

Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’den sonra Mevlevîlik tarîkatine mühim hizmetlerde bulunan bir diğer isim de,Dîvâne Mehmet Çelebi’dir.

Doğum tarihi ile ilgili net bir bilgiye sahip olmamakla beraber,1448 veya 1471. tarihlerinden birinde doğmuş olmasının kuvvetli bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.

Afyonkarahisar bölgesi,13. yüzyılda Germiyanoğulları beyliğine bağlı idi.Germiyanoğlu Bey’i Mehmet Bey, Hz. Mevlâna ve Mevlevîliğe karşı muhabbeti olan bir devlet idarecisidir.Bu muhabbetin neticesinde,oğlu Süleyman Şah’a,Sultan Veled’in kızı (Hz.Mevlâna’nın Torunu), Mutahhara Hatun’u almış ve Çelebi sülâlesi ile akrabalık kurulmuştur.

Hz.Mevlâna

Sultan Veled

Mutahhara Hatun

Hızır

Muhammed Paşa

Ahmet Paşa

Bâlî Çelebi

Sultan Dîvânî (Dîvâne Mehmet Çelebi)

Sultan Dîvânî (Dîvâne Mehmed Çelebi)’nin şeceresi;Hz.Mevlâna Oğlu,Sultan Veled Kızı Mutahhara Hatun Oğlu,Hızır Oğlu,Muhammed Paşa Oğlu,Ahmed Paşa Oğlu,Bâlî Çelebi Oğlu,Dîvâne Muhammed Çelebi şeklindedir.

Mehmet Çelebi çok güzel semâ ettiği için babası tarafından “Semâî” lakâbı verilmiş,kendisi de şiirlerinde “Semâî” mahlasını kullanmıştır. Kendisine “Dîvâne” de denmiştir.Bu Farsça sıfat, “Hak yolunda kendinden geçen,aklını kaybeden,ilâhî aşkın etkisiyle hayrete düşen,şaşırıp kalan” anlamlarını içermektedir.Yaygın olarak kullanılan diğer lâkabı “Dîvânî”nin ise; Timur tarafından Semerkand’a götürülen,daha sonra da Şah İsmail’ce Tebriz’e nakledilen Mevlâna’nın Eseri “Dîvan-ı Kebir”i rüyasında gördüğü Hz. Mevlâna’nın manevî işaretiyle Tebriz’e gidip getirmesinden dolayı verildiği düşüncesi hakimdir.


Sadık müridi Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede’nin anlattığına göre Sultan Dîvânî; rind meşrep,coşkun ve cezbeli bir mevlevîdir. Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede; mürşidi ile yaptığı seyahatleri kayda geçirerek, türünün ilk örneği olan (ilk edebî seyahatnâme) “Gülşen-i Esrâr”ı yazmıştır. Afyonkarahisar Mevlevîhânesi’nin hem şeyhi,hem dervişi olan Dîvâne Mehmet Çelebi “Sultan Dîvânî” adıyla anılmıştır.Onun sultanlığı,gönüller sultanlığıdır.

Sultan Dîvâni’nin Sandukası

Şâhidî İbrahim Dede’nin 1544’te yazdığı Gülşen-i Esrar’ında,Dîvâne Mehmet Çelebi’nin sağ olduğuna dair işaretler ve 1545’te bir mesnevî vakfiyesine şahâdeti; Şâhidî Dede’nin Şeyhi’nin vefatından sonra,her sene kabrini ziyaret maksadıyla Afyonkarahisar’a geldiği,muayyen bir süre kalıp döndüğü, H.957/M.1550 tarihindeki ziyaretlerinde vefat ettiği ve şeyhinin yanına gömüldüğü dikkate alınırsa, Dîvâne Mehmed Çelebi’nin H.953/M.1546 veya H.954/M.1547 yıllarında vefat etmiş olması gerektiği söylenilebilir.


Sakıp Dede’nin Sefîne-i Nefîse-i Mevlevîyan adlı eserine göre,ölüm tarihi, Hicrî 936 (Mîlâdî 1540) yılıdır.Kendisinden sonra Afyonkarahisar Mevlevî tekkesi postuna oğlu Hızır Şah oturmuştur.

Edebî Kişiliği

Sultan Dîvânî’nin, “Şiirleri” ve “Tarîkat’ül Arifîn” adlı tasavvufî bir risalesi mevcuttur. Sultan Dîvânî’nin,müratteb bir Dîvân’ı olmamasına rağman,elimizde bulunan şiirleri metin bir uslûba sahip olduğu noktasında yeterli fikir vermemektedir. Şiir tekniği bakımından devrin üstad şairlerini aratmayan Semâî özellikle bazı şiirlerinde ses tekrarları ve benzerliklerinden faydalanmak suretiyle âhenk bakımından mükemmeliyete ulaşmıştır.

Göründü karşıdan bir gevher-i pâk
(Karşıdan bir temiz cevher göründü)

Her lâle yanak dillere bir dâğ-ı nişândur
(Her lâle yanak gönüller için bir nişan yarasıdır)

Tasavvufî Kişiliği

Babası tarafından veliahd tayin edilen ve şeyhlik makamına oturtulan Dîvâne Mehmed Çelebi,denilebilir ki Mevlevîlik tarîkatinin Bânî-î Sânîsidir (İkinci Kurucusu).O, vecd ve istiğraka dalmış cezbeli bir şeyh,Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinde büyük yararlılıklar gösteren bir alperen,Yavuz ve Kânûnî başta olmak üzere bir kısım üst düzey devlet ricali üzerinde etkili olmuş bir siyaset ve teşkilat adamıdır.Hayatı ile ilgili bilgi veren kaynaklarda,bilhassa mürîdi Şâhidî İbrahim Dede’nin Gülşen-i Esrâr adlı eserinde,yaptığı faaliyetler ve kerametleri hakkında bilgiler vardır.
Şâhidî İbrahim Dede,Dîvâne Mehmet Çelebi’ye intisabını ve birlikte yaşadıkları bazı hadiseleri şöyle anlatır. “…ben de ona uydum,yokluk denizine daldım.Daima önünde yalınayak koşardım.Yolda üzengilerine pabuç asılmış bir at verir,binmemi emrederdi.Binsem bile biraz sonra iner,ayaklarımdan pabuçları çıkarırdım.O, benim atımı bir abdala verir, ‘sakın kimse binmesin’ der,yedekte çektirirdi.Bir an bile bensiz olamazdı.Lutfeder de ‘Şâhidî’ ,derdi, ‘Neden böyle cefâlar ediyorsun,neden yaya yürüyorsun,neden ayakların yalın? Gönlüm inciniyor,acıyorum sana.’ Bense: ‘Ey şâh-ı velâyet,ayakkabılarımla senin bastığın yollara basamam ben’ derdim. Bunu duyunca: ‘Ah Şâhidî,yaktın beni’ derdi22.

Teşkilatçılığı

Dîvâne Mehmet Çelebi’nin,katıldığı seferler dışında yaptığı seyahatler de dikkatleri çekmiş ve bu faaliyetleriyle Mevlevîliğin kurumsallaşması bakımından çok önemli gayretler göstermiştir.Bu faaliyetlerin devrin ulaşım imkânları göz önüne alınarak değerlendirilmesi halinde yapılan hizmetlerin kıymeti ve büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır.

Sultan Dîvânî Tarafından Açılan Mevlevîhaneler
Burdur,Galata(İstanbul),Eğirdir,Muğla,Sandıklı,Bağdat(Irak),Cezayir,Kahire (Mısır),Lazkiye (Suriye),Midilli (Yunanistan),Sakız (Yunanistan).

DESTÎNA VE GÜNEŞ HATUN’lar

Mevlevîhâne’de 17. yüzyılda mütevelli (idareci) olarak görev yapmış bayan çelebilerdir.
Afyonkarahisar Mevlevîhanesi’nde, hanım idarecilerin de bulunduğu bazı kaynaklarda zikredilmektedir.Bu münevver hanımlardan birisi Sultan Dîvânî’nin torunlarından Şah Mehmet Çelebi’nin kızı Destînâ Hanım;diğerleri ise Güneş Hân-ı Kübra ve Güneş Hân-ı Suğra’dır.

Destînâ Hâtun:(1553-1630)

Mehmet Ziya Efendi’nin bildirdiğine göre,Sultan Dîvânî’nin torunlarından birisi olan Destînâ Hatun’un babası Şah Mehmet Çelebi’dir. Destînâ Hâtun’un mevlevîhânedeki mütevelli görevi dokuz yıl kadar sürmüştür. Çok üstün özelliklere ve yüksek ahlaka sahip olan Destînâ Hâtun’un kabrinin,mevlevîhânede Hızır Şah’ın ayak ucunda olduğu belirtilmektedir.
Aynı zamanda hafız olan Destînâ Hâtun,hayatının büyük kısmını ilim tahsiline harcamış, Mesnevînin hikmetlerini öğrenmiş ve aynı zamanda başkalarına da öğretmekle meşgul olmuştur.

Güneş Hân-ı Kübra

Doğum tarihi belli değildir.Çelebi Küçük Mehmet Efendi’nin kızı Güneş Han-ı Kübra’nın halk arasındaki saygınlığı,erkek şeyhler kadar kuvvetli idi.Güneş Hatun,Arapça ve Farsça’yı çok iyi derecede bilen bir çelebidir.17. yüzyılda vefat ettiği sanılan Güneş Hatun’un kabri, mevlevîhânenin türbe bölümündedir.

Güneş Hân-ı Suğra

III. Muhammed Arif Çelebi’nin kızıdır.1615-20yıllarında doğduğu düşünülmektedir.Uzun yıllar vakıf mütevelli heyetinde bulunmuştur.

Kaynak link:
http://www.sultandivanimuzesi.com/mevlevi-sayfa/sultan/ (Erişim:17.04.2019)