Bir Afyonkarakisar masalı: Dipsiz Kuyu

R. Gülenay YALÇINKAYA

Taşpınar Dergisi / Yıl:2017 Sayı:19

Devlerin, cinlerin cirit attığı, kötülerin yenilip, iyilerin hep kazandığı, olağanüstü olaylarla bezeli masallarımız ne güzeldi…

Afyonkarahisar’ın soğuk kış gecelerini çıtırdayan sobaların, kuzinelerin yanında anlattıkları masallarla ısıtırdı ninelerimiz. Onlar da bu masalları büyüklerinden dinlemişti bir zamanlar. Anneannemin her anlatışında heyecanla, hayretler içinde dinlediğimiz masallardan birini aktaracağım, gelecek nesillere de aktarılması ümidiyle “Dipsiz Kuyu”.

DİPSİZ KUYU (ZÜMRÜDÜ ANKA)

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, ülkenin birinde, bir padişah ve iki oğlu yaşarmış. Bir gün padişah hastalanmış ve oğullarından hangisi derdine derman bulursa, tahtı ona bırakacağını söylemiş. Şehzadeler derman bulmaya yola çıkmışlar. Yolda bir kuyu kenarında dinlenirken, kardeşini çok kıskanan büyük kardeş küçük kardeşini kuyuya atmış. Geri dönüp babasına kurtlar saldırdı, kardeşimi yediler demiş.

Küçük Şehzade’nin düştüğü kuyu öyle derinmiş ki oğlan düştükçe düşmüş. Bu kuyunun dibi yok herhalde demiş. Sonunda bir yerde durmuş. Nasıl çıkacağını düşünürken karşısına ak sakallı bir dede çıkmış. “Buradan nasıl kurtulurum dede?” Diye sormuş. Dede sakalından iki kıl koparıp vermiş. “Bunları birbirine sürtersen iki at gelir. Ak ata binersen yeryüzüne çıkarsın, kara ata binersen yer altına gidersin demiş ve kaybolmuş”. Oğlan kılları birbirine sürtünce iki at gelmiş. Ak ata binecekken şaşırmış, kara ata binmiş ve yer altı dünyasını boylamış. Orada bir nineye misafir olmuş, su istemiş. Kadıncağız “Ah oğul, canından yanasıca dev suyun başını tutuyor, bize su vermiyor. Sırayla bir kız ile bir kazan yemek veriyoruz, bunları yiyesiye kadar suyu bırakıyor. O arada doldurabildiğimiz kadar kap kacağa su dolduruyoruz. Yine suyumuz kalmadı, sıra padişahın kızına geldi” demiş. Devin yerini öğrenen Şehzade bir yere saklanarak devi izlemiş. Tam prensesi yiyecekken ortaya çıkıp kılıcıyla devin kafasını uçurmuş. Prenses saraya geri dönmüş. Babası kızı görünce çok sevinmiş ama susuz kalacağız diye de korkmuş. Prenses babasına “Bir yiğit geldi devi öldürdü” demiş. Padişah o yiğidin bulunması için ülkenin bütün gençlerinin sırayla sarayın önünden geçmesini emretmiş.

O sırada çok yorulan Şehzade dinlenmek için bir ağacın altına uzanmış. Bir de bakmış ki yılan kuş yuvasındaki yavruları yemek için ağaçtan tırmanıyor. Hemen kılıcını çekip yılanı öldürmüş. Meğer yavrular Zümrüdü Anka’nın yavrularıymış. Kuş gelince yuvasının yanında oğlanı görmüş. Yavrularına zarar verecek sanmış. Tam saldıracakken yavrular çığrışıp: ”Anneciğim o bizi yılandan kurtardı” demişler. Zümrüdü Anka oğlana “Dile benden ne dilersen” demiş. Oğlan da beni yeryüzüne çıkar demiş. Kuş da “Bana kırk tuluk et, kırk tuluk da su getirirsen seni yeryüne çıkarırım demiş. Kuşun istediklerini bulmak için ninenin evine gitmiş. Kadın ona, sarayın önünden geç, istediğini bulursun demiş. Oğlan sarayın önünden geçerken kız onu tanımış. Padişahın yanına çıkarılan oğlana padişah “Kızımı ve ülkemi devden kurtardın, sana kızımı vereceğim” demiş. Oğlan da kırk tuluk et, kırk tuluk da su verirseniz kızınızla evlenirim demiş. Padişah da kabul etmiş ve onları evlendirmiş. Kırk tuluk et ile kırk tuluk suyu Zümrüdü Anka’nın kanatlarına yerleştirmişler. Kuş oğlana “Ben gak dedikçe et, guk dedikçe su vereceksin demiş. Prenses ile Şehzade kuşun sırtına binmiş, yolculuk başlamış. Kuş “gak” dedikçe et, “guk” dedikçe su vermiş. Ama yolculuk bitmeden et bitmiş. Oğlan hemen baldırından bir parça et kesip kuşa vermiş. Kuş bunu yutmayıp ağzında saklamış. Sonunda yeryüzüne ulaşmışlar. Kuş ağzında sakladığı eti oğlana geri vermiş. O da baldırına yapıştırmış.

Şehzade ile Prenses saraya gelmişler. Babası öldü sandığı oğlunu görünce çok sevinmiş. Olanları öğrenince küçük oğlunu padişah ilan edip, büyük oğlunu ülkeden kovmuş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.