Afyonkarahisar evliyaları

  • Yusuf HALICI / Somuncu Baba Dergisi / 124.Sayı

Afyon kuzeyi güneye¸ batıyı da doğuya bağlayan doğal bir düğüm noktası konumundadır. Zengin tarihî geçmişi olan kent gürültüsüz¸ tenha bir şehirdir. Örf ve âdetleri ile dinî inançlarına sıkı sıkıya bağlı olan bu ilimiz tarihî geleneğini çok iyi muhafaza etmiştir.

Afyon kuzeyi güneye¸ batıyı da doğuya bağlayan doğal bir düğüm noktası konumundadır. Zengin tarihî geçmişi olan kent gürültüsüz¸ tenha bir şehirdir. Örf ve âdetleri ile dinî inançlarına sıkı sıkıya bağlı olan bu ilimiz tarihî geleneğini çok iyi muhafaza etmiştir.

Evliya Çelebi’nin şehir için “Bu şehir münevver ve ruhanî bir şehirdir. İnsan bu şehre girince¸ kalbi¸ gözü açılır¸ bağ ve bahçelerinde gamı dağılır¸ canına can gelir…”¸ halkı için de “Halkı gayet zekidir. Okumuşu ve düşünürü çoktur…” dediği Afyon ili asırlardır ilim ve kültür merkezi olmuş¸ birçok ilim ve sanat adamı yetiştirmiştir.

Afyon¸ Türklerin Anadolu’ya gelmezden çok önce İslâm’ın fetih hareketlerine sahne olan yerlerden birisidir.

Yirminci asra kadar Mevleviliğin Konya ve İstanbul’dan sonra en mühim merkezi konumunda olması ile manevî kimliğe sahip şahsiyetlerin çokluğu¸ Afyon’u Anadolu’nun birçok şehriyle yarışır hâle getirmiştir. Onun içindir ki¸ Afyon’un dinî hayatında¸ tasavvufun etkileri çok belirgindir.

Bırakmış olduğu derin izlerin etkisi günümüzde de hâlen hissedilen Aba Pûş Bali Çelebi¸ Sultan Divânî Mehmet Çelebi gibi Mevlevî büyükleri ile Abdurrahhim Mısrî’nin bu topraklarda yaşamış olması¸ bölge insanının haklı olarak vazgeçemeyeceği bir iftihar vesilesidir.

Aba Pûş Bali Çelebi (Abapûş-i Velî)

Afyon’un manevî zenginliği olan âlim ve velilerden olan Aba Pûş Bali’nin asıl ismi Balı Mehmet Çelebi olup¸ Balı Sultan olarak da bilinir. Aba Pûş Bali¸ Mevlevîliğe intisap edip¸ saltanat elbisesi yerine tarikat abası ve külahı giymesinden dolayı babası tarafından ‘Aba Pûş’¸ (Aba giyen) lakabı verilmiş ve bununla meşhur olmuştur.

Aba Pûş Bali aynı zamanda dedesi Süleyman Şah¸ Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled’in kızı Mutahhara Sultan ile evli olduğu için Mevlâna Hazretlerinin 6. nesilden torunudur.

Aba Pûş Bali¸ küçük yaşta başladığı ilim tahsilini kısa zamanda tamamladı. Kendisi ahlâk ve edep numunesi olup küçük yaşta Mevlevî tarikatı büyüklerinin manevî nazarlarına kavuştu. İnsanları irşat etmek üzere icazet aldı. Dedesi Hızır Paşa’nın vefat sonra da şeyh oldu.

Aba Pûş Bali¸ Hızır (a.s.) makamı olarak anılan babasının dağdaki bacasız¸ penceresiz odasını çilehane olarak kullanarak¸ hayatının büyük bir kısmını burada uzlete çekilerek geçirdi. Mevlevîhane’nin postnişini olduktan sonra devletin ileri gelenleri¸ âlimlerin pek çoğu¸ talebeleri ve eşraftan bazıları onun sohbetlerine katılır istifade etmeye çalışırlardı. Zaman zaman da insanlar arasına çıkıp¸ onların emr-i bil ma’ruf nehy-i a’nil münker yani Allah’ın emirlerini yerine getirmeleri yasaklarından da kaçınmaları için gayret gösterirdi.

Timur Han Afyon taraflarına geldiğinde¸ onun manevî iktidarını kabul edip bölgesine girmedi ve Afyon ile çevresine ordu tarafından zarar verilmemesini emrederek¸ ona hürmet gösterdi. Timur Han Aba Pûş Bali hakkında: “Böyle zatlar boş değildir. Allahu Teâlâ’dan başkasından ne korkarlar¸ ne bir şey beklerler. Şahların gönüllerinde onların heybeti¸ korkusu yer etmiştir.” dedi.

1485 senesinde vefat eden Aba Pûş Bali Mevlevî Dergâhının bahçesine defnedildi.

Sultan Divânî Mehmet Çelebi

Mevlevî tarikatının önemli simalarından olan Sultan Divânî Mehmet Çelebi Mevlânâ’nın yedinci nesilden torunudur. Sultan Sema’i¸ Sultan Divânî¸ Divânî ve Divâne lakaplarıyla da tanınır ve anılır. Babası¸ Afyon Mevlevî büyüklerinden Aba Puş Bali Çelebi’dir.

1440-41 yılında doğduğu nakledilen Sultan Divânî daha gençlik çağında Allah aşkı ile mest olup¸ ibadetle meşgul olmuş¸ bulduğuyla yetinen bir yaşayışa başlamıştır. Mevlevî hırkası ve külahı giyerek Mevlevî terbiyesi ile büyüdü. Mevlevî büyüklerinden Fenayi Dede Sultan Divânî’nin eğitimiyle özel olarak ilgilenmiş¸ ona henüz beş yaşında iken¸ Kur’an-ı Kerim okutmaya başlamıştır. 

Sultan Divânî 13 yaşlarındayken Afyon’da başlayan veba salgınında bazı yakınlarıyla beraber iki kardeşini de kaybetmiş¸ kendisi de salgın sebebiyle komaya girmiştir. Aba Pûş Bali Sultan Divânî’nin başına gelerek ellerini kaldırır ve “Allah’ım yolumu kaybetmiş gönlümü aldın. Beni gönülsüz koydun¸ bari onu seher vaktinin uyanıklığına bağışla.” diyerek yaşlı gözlerle¸ üzerindeki örtüyü çeker.

“Mehmet’im uyuyor musun? Uyan.” diye seslenmesiyle Sultan Divânî mahmur gözlerini açar.

“Aşk ile yar ol ki var olasın/Hızr-veş zinde vü pây-dâr olasın” (Sen aşk ile yoldaş ol ki var olasın. Hızır gibi ebedî canlılığa ulaşasın) hitabıyla uykudan uyanır gibi ayağa kalkar. Aba Pûş Bali de sevinçle elinden tutarak dergâha götürür. Bu olaydan sonra Aba Pûş Bali¸ oğlu Mehmet’i dergâhta kırk gün halvete verir.

Babasının sağlığında¸ onun tarafından Şeyh tayin edilen Sultan Divân Mevlevîlikte birinci pîr Mevlâna’dan sonra Pîr’i sâni (ikinci pir) sıfatıyla anılması onun Mevlevîler arasındaki itibarının ne derece yüksek olduğunu göstermektedir.

Sultan Divânî Mevlevîhane’de oturmaktan ziyade gezip dolaşarak Mevlevîliği yaymayı¸ insanları irşat etmeyi¸ gönlünde ki ilâhî aşk  coşkusunu¸ insanlara saçmayı tercih eden¸ hareketi seven bir zattır.

Bu nedenle o Konya¸İstanbul¸Bursa¸Kütahya¸Muğla¸ Arabistan¸ İran¸ Mısır ve Şam’a seyahat amaçlı yolculuklar yapmıştır. Bu yolculuklardan Mevlânâ’nın Divân-ı Kebir’ini Şah İsmail’den alarak Konya’ya getirmek için İran’a yaptığı yolculuk ile Gülşenî tarikatının kurucusu Şeyh İbrahim Gülşenî’yi zindandan kurtarmak için Mısır’a yaptığı yolculuk dikkat çekicidir.

Sultan Divânî Şam dönüşünde ise¸ Mısır üzerine sefere çıkmış olan Yavuz Sultan Selim Han ile görüşmüş¸ ona nasihatlerde bulunmuş¸ Muhyiddin Arabî’nin mezarının ortaya çıkarılmasını¸ tamir ve tadilat yapılması gerekliliğini söylemiştir.

Mevlevîler arasında önemli bir mevkie sahip¸ büyük bir şahsiyet olan Sultan Divânî yaşayışında kılık kıyafete hiçbir zaman özen göstermemiş; gösterişten uzak yaşamış¸ hatta kendini hakir¸ zelil¸ günahkâr¸ âsî göstermek için Melâmîliği tercih etmiştir.

Kudretli bir şair olan Divânî’nin otuzu geçkin şiirleri ile tasavvufun özelliklerini anlatan bir risâlesi tespit edilmiştir. Onun devamlı seyahat etmesi sebebiyle bir divan oluşturmadığı söylense de  söylediği şiirlerin çeşitli yerlerde yayınlanması bir divanının olması gerektiği kanısını kuvvetlendirmektedir. Mevlevîhane’de meydana gelen pek çok yangın nedeniyle divanının yandığı veya kaybolduğu şüphesini doğurmaktadır.

Mehmet Çelebi¸ 1529 yılında Afyon’da vefat etmiş ve Mevlevî Dergâhına defnedilmiştir.

Abdurrahhim Mısrî ( Karahisarî )

Abdürrahim Mısrî’nin doğum ve ölüm tarihleri tam olarak bilinmemekle beraber 15. yüzyılın ilk yıllarında doğduğu¸ vakfiyesinde belirtildiğine göre 1483 yılından kısa bir süre sonra öldüğü tahmin edilmektedir.

Afyon’da doğan Abdürrahim Mısrî’nin babası Mevlânâ Alaaddin’dir. Zengin ve köklü bir aileden olması nedeniyle iyi bir tahsil görmüştür.

1437 yılında Beypazarı’nda¸ Akşemseddin’le buluşup ona talebe olan Abdürrahim Mısrî bir daha hocasının yanından hiç ayrılmamıştır. Hatta İstanbul’un fethine birlikte iştirak etmiş¸ sonra hocasıyla beraber Göynük’e gitmiştir.

 Abdurrahim Mısrî bir müddet sonra da Afyon’a dönmüş ve en ünlü eseri ‘Vahdetname’ yi yazmaya başlamıştır. 1460 yılında yazılan bu eser ahlakî ve tasavvufî mahiyettedir. Başka bilinen büyük eserleri ‘Münyetül Ebrar ve Günyetül Ahyar’¸ ‘Tercüme-i Kaside-i Bürde’ ve ‘Risâle fî Eşrât-is-Sâ’a’ olup eserlerin tümü Türkçedir.

Halkın tüm sorunları ile ilgilenen onları çözüme kavuşturan Abdurrahim Mısrî kendi adını verdiği bir camii yaptırmış¸ Gedik Ahmet Paşa Medresesinde Müderrislik yapmıştır.Türbesi Afyon’da bugün halk ağzıyla ‘Mısrî Sultan Camii’ olarak bilinen¸ Kasım Paşa Camii yanındadır.

Kaynak link:
https://somuncubaba.net/dergi/124-sayi/afyon-evliyalari/ (Erişim:02.04.2019)