Emirdağ’ından yükselen ağıt | Hayrettin Durmuş


Hayrettin DURMUŞ
afyonhaber.com

 

Rahmetli anacığım “Allah kimseyi ağıt gününe koymasın oğlum” dese de gözlerinden süzülen yaşlara şahitlik etmişliğim vardır. Yüreği yanıktı anacığımın. “Dam Başında Sarı Çiçek” türküsünü duydu mu “Deden bu türküyü çok severdi” deyip başlardı ağlamaya. Radyoda “Gökyüzünde bölük bölük Turnalar/ Yok mu gayretiniz aldı dert beni” bozlağı okunmaya başlayınca bir “of” çekerdi, sanki evin her yeri alev alev tutuşurdu…

Babam öldüğü zaman halam bizim evin önünde bir ağıt yakmıştı:

 

“Aşağıdan gelen Acem kınası

Yok mu bunun ağlayacak anası

Çıkar mı ciğerden ( Mustafa ağam) gardaş acısı…

Benim ağlayacak hallerim mi var? Yuğ. Yuğ…

Evlerinin önü ördekli kazlı

Biz de bir ev idik gelinli kızlı…”

 

Halam da vefat etti yıllar sonra. Ne o ev kaldı, ne gelinler kızlar. Çocukların da, ördeklerin de sesi kesildi…

Ağıt; kalbin tutuşması, yüreğin yanması, çekilen ıstırabın, dökülen gözyaşının dile gelmesidir. Bozlaklara kardeştir. Yüreği yanan bir ananın çığlığıdır ağıt. İşte size bir örnek:

 

“Şubeye vardım da künyen okundu

Emirdağı başımıza yıkıldı

Dostlar ağladı da düşman bakındı

Dön gel oğlum dön gel kurban olayım

Sana kırk belikli gelin alayım.”

 

Gün geçmiyor ki bir şehit haberi yüreklerimizi dağlamasın. Her birinin ardında acıklı hikâyeler var. Söyleyeceklerimizi büyük romancımız Ahmet Hamdi Tanpınar “Türküler Anadolu insanının romanıdır.” diye bir cümleyle ne güzel özetlemiş.Tanpınar Huzur romanında Mümtaz’ın dilinden seferberlik türkülerini, Yemen türkülerini, Konya ve Erzurum’da söylenen türküleri söyler, söyletir bize. Nuran Mümtaz’ı terk ederken kapıcının büyük oğlu bahçede “Bir yâr sevdim el aldı” türküsünü söylemektedir.

Aslında Ötüken’den Ankara’ya gelirken ne hikâyeler, ne destanlar bırakmışız ardımızda. Ne ocaklar sönmüş, ne yangınlar görmüş yaşlı tarih.

Emirdağı türkülerini dinleyip de hüzünlenmemek elde mi? Gurbet, hasret, sevda, ayrılık ne ararsan var. Bilenler bilir kırık havaların hüznünü. Hele bir Nurettin’in ağıdı var ki dinledikçe yaşarır gözleriniz, ıslanır yanaklarınız.

Yolunuz gurbete düşer, sevdadan yanar kavrulursunuz. Ayrılıktan delinir ciğeriniz, hasret hasrete ulanır, bir ölüm sessizliği çöker içinize, yoksulluk keser iflahınızı, ardına umutla bakacağınız dağ kalmaz, kırılır tutunduğunuz bütün dallar. Nasıl kırılmasın? Bir “gök ekin” düşer toprağa… Ne yangınlar çıkar içinizde dumansız.

İşte böyle bir türküdür Nurettin’e ağıt. Afyonkarahisar’ımızın Emirdağı yöresinde yakılmıştır. Zekeriya Bozdağ’dan Gülay’a, Yavuz Bingöl’e kadar pek çok ünlü türkücümüzün seslendirdiği bu ağıt eşini, evladını kaybedenlerin yüreklerinden yükselen çığlıktır. Farklı yörelerde değişik şekillerde okunsa da Emirdağı yöresinde söylenmiş halini dikkate aldım.

 

NURETTİN’E AĞIT

Geldi mi de Nurettin’im geldi mi?

Yıkılası şubeden haber aldı mı?

Kurbanlar olurum binbaşım sana

Orta boylu Nurettin’im öldü mü?

 

Trene bindim de tren salladı

Zalim doktor yaralarım elledi

İy’olursun diye geri yolladı

Söyleyin anama çalsın nennimi

Yad eller mi alsın nazlı gelini

Söyleyin anama beni neylesin

Babamın oğlu çok gönlün eğlesin.

 

Tren gelip iskeleden geçiyor

Açılmadık yaralarım açıyor

On iki binbaşı beş tane çavuş

Oturmuş da yâre kefen biçiyor

 

Tren gelsin şu trene bineyim

Bineyim de Erzurum’a varayım

Nurettin’i sağ selamet bulursam

Müjdesine yüz bin altın vereyim.

 

Bana derler Nurettin’in karısı

Benzime düşmüştür dulluk sarısı

Geldi de künyesi gece yarısı

Nurettin’e dayanamam doğrusu.

 

Tren gelir iskeleden seslenir

Benim yârim Erzurum’a yaslanır

Bu sene de Nurettin’im gelmezse

Tabancası sandığında paslanır.

 

Gizlemeyin gözyaşlarınızı. Gözünüz yaşarıyorsa kalbinizdeki merhamet damarı kurumamış demektir. Çekinmeyin, ağlayın ağlayabildiğiniz kadar. Ağlamayı bilenler anlamasını da bilirler.