XIX. Yüzyılın ortalarında Afyonkarahisar kazâsının sosyo-ekonomik yapısı (1840-1850)

Gürsoy ŞAHİN

Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

 

XIX. YÜZYILIN ORTALARINDA AFYONKARAHİSARKAZÂSI’NIN SOSYO-EKONOMİK YAPISI (1840-1850)

Osmanlı Devleti’nde XVII. yüzyıldan itibaren Avrupa karşısında görülen gerileme üzerine kötü gidişin düzeltilmesi için çareler aranmıştır. Ancak bu çerçevede yapılanlar kötü gidişi önlemeye yetmemiş, zamanla sosyal ve siyasi hayatta da yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Osmanlı Devleti’nde halkın iyiliği ve olağanüstü bir durumu karşılamak için, din kurallarının yanında bir takım yeni düzenlemeler yapılması işi1, Sultanların eskiden beri başvurdukları bir uygulamadan başka bir şey değildir.

Bu hareketlerden biri olan Tanzimat’ın2 gayesi yalnız din ve devlet değil, “mülk ve milleti ihya”idi3. Tanzimat’ın, “Osmanlı’yı siyasi olarak kurtardığı ancak sosyal yapısını, kendi öz gerçeklerine göre değil, sanayi üretimi çok artan Avrupa için bir pazar olabilecek şekle sokan çabaları başlattığını” söyleyebiliriz4.

Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devlet içinde geniş ölçüde hareketlere yol açmış, geleneksel sosyal yapıda derin sarsıntılar meydana getirmiştir5. Çalışmamızda Tanzimat’ın, Afyonkarahisar halkının sosyo-ekonomik yapısına etkileri üzerinde durulmuştur. Ayrıca konuyla ilgili olarak mahalli mahkemelerde yapılan her türlü işlemlerin suretlerinin yer aldığı defterleri esas alınmıştır6. Konumuzu ilgilendiren 1840-1850 arası, hernekadar altı yüz yıllık bir tarih içinde çok az bir yer işgal etse de dönemin farklı özelliği açısından sosyal ve iktisadi yapı ile ilgili bir fikir vermeye çalışılmıştır.

A) Sosyal Yapı

Türkler, Anadolu’ya yerleşmeye başladıklarından itibaren devlet özellikle yeni fethedilmiş sınır bölgelerine Türkmenleri yerleştirmiştir. Yeni gelen Müslüman Türkler, genellikle Hıristiyan köylülerle kaynaşmazlar, kendi köylerinde ayrı otururlardı. Halkı karışıp kaynaşan ve eski isimlerini değiştirmemiş olan köyler, Müslüman olmuş eski Bizans köyleriydi7. Anadolu’da, Hıristiyan ve Müslümanlar 900 yıl bir arada çok iyi geçinerek yaşamışlar, dinlerini, kültürlerini unutmamışlar bu arada az veya çok birbirlerinden etkilenmişlerdir8.

Osmanlı Devleti’nde şehirler, genellikle beş ile yüz arasında ailenin yaşadığı mahallelere bölünmüştür. Bu sayı daha da artabilirdi. En sık karşılaşılan otuz kırk ailenin yaşadığı mahallelerdir. Bir mahallede aynı dinden, mezhepten ve soydan olanlar yaşıyordu. Zamanla bu özelliğin değişmeye başladığı yabancıların da gelip yerleştikleri olurdu9. Afyonkarahisar da bu şehirlerden birisi olup burada değişik din ve kültüre sahip insanlar uzun süre bir arada yaşamışlardır. Belgelerden, bu dönemde Afyonkarahisar’da farklı milletlerin bir arada yaşadıkları anlaşılmaktadır. Belgelerde; Müslüman, Nasara10, ran ahâlisi11, Ermeni12, Rum13, Kıptî14 gibi ifadeler geçmektedir. Bu gayri-Türk unsurların Osmanlı Devleti’nde bugün dahi en ileri heterojen demokrasilerde azınlıklara nasip olmayan muhtariyet esaslarını ihtiva eden “millet” sistemi içerisinde yaşadıkları anlaşılmaktadır15.

Osmanlılar kendisinden önceki Türk Devletleri’nin birikmiş kültürünü, devlet geleneğini ve insan unsurunu devralmışlardır16. Dolayısıyla Osmanlı şehirlerinin kültür özellikleri kadar önemli fiziki şekilleri de kendilerinden önceki slam şehirlerinin devamıdır17. Osmanlı Devleti’nde şehirlerinin oluşumunda imaretlerin ve çarşıların büyük yeri olup, bunlar genellikle bir caminin etrafında oluşturulan medrese, kütüphane, hastane, hamam, aşevi gibi hayır kurumlarıdır. Bunlardan başka bu kurumları finanse etmek için vakıf olarak kurulan han, çarşı, fırın, değirmen, boyahane gibi kuruluşlarda şehrin çekirdeğini oluşturmuştur. Kısaca Osmanlı şehrinin üç temel unsuru cami, çarşı ve medresedir18.

Afyonkarahisar’da toplumun yapısını anlayabilmek için, öncelikle bu yapının en küçük modeli olan aileyi tanımak ve anlamak gerekmektedir19. nsanlık tarihi kadar eski olan aile, tarihin her döneminde korunmaya ve sağlamlaştırılmaya çalışılmış bir sosyal yapıdır. Osmanlı örfî hukukundan olan kanunnâmeler; idari, askerî, sosyal ve ekonomik alanlarda değişik bölge ve toplumlara göre düzenleyici hükümler getirmiştir. Ancak gerek Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Kanun-i Esasi, gerekse Mecelle ve Meşrutiyet hareketleri, aile ve miras hukuku konusunda kendine özgü düzenlemelere gitmemiş bu konu slam hukukuna bırakılmıştır20.

Türk toplumunda yeni ev kurmak anlamında kullanılan ‘evlenmek’, maddi ve manevi herhangi bir engeli olmayan kız ve erkek için sosyal bir ihtiyaç dışında, dinî bir vecibe kabul edilmiştir. Osmanlı Devletinde  İslam tebaası dışında kalan Hıristiyanların evlenmesi de dini bir işlem olarak görülmüş, bu durum 1881 yılına kadar devam etmiştir21.

Afyonkarahisar’da devrin hayat şartları sebebi ile özellikle şehirlerde yaşayan gençler, birbirlerinin ailesi ile temas kuramazlardı22. Evlenme ortamını genellikle aileler hazırlamıştır. Namzedlik23, namzedlik akçesi24 ağırlık (başlık parası) gibi geleneklerin25 bu dönemde de uygulanmaya devam ettiği görülmektedir26. Konuyla ilgili Afyonkarahisar’da rastlanan bir belgede başlık parasının rüşvet hükmünde görüldüğü ve geri istendiği anlaşılmaktadır27.

Evlenme, nikah akdinin yapılması ile olurdu. Nikahın açıklığı esas olduğu için taraflar kadıya müracaat ederler ve rızalarını belirtirlerdi28. Böylece mahkemede yada evlerinde nikah kıyılır bu durum sicillere kaydedilirdi. Evlenecek erkek günün şartlarına göre kıza mehir verirdi29. Bu dönemde Afyonkarahisar’da mehir olarak sıklıkla rastlanan rakamın 125 kuruş olduğu anlaşılmaktadır. Paranın dışında eşya alındığı da görülmektedir30.

Afyonkarahisar’da terekelerde geçen evlerin özelliğinden anlaşılan, ailenin çekirdek aile olduğudur. Anne babaların ve evlenmiş çocukların bir arada yaşadığı hânelere31 oldukça az rastlanmıştır. slamiyet’te teori olarak varolan ve Avrupalılarca da “Türk kanunlarında bir erkeğin karısından başka dilediği kadar odalık almasını engelleyecek hiçbir hüküm yoktur”32 gibi bir anlayışa rağmen, pratikte Afyonkarahisar’da aynı anda birden çok eşle evlilik haline oldukça az rastlanmıştır33. Bu durumun bugüne kadar abartıldığı anlaşılmaktadır34.

İslamiyet’in müsaade etmesine rağmen pek hoş karşılanmayan boşanma hadiselerine bu dönemde de rastlanmıştır. Kadının kocası tarafından boşanması halinde geçimini sağlamaya yetecek miktarda para vermesi (nafaka) gerekmektedir. Afyonkarahisar’daki uygulamalarda nafakanın miktarı 17,5 kuruştan 105 kuruşa kadar değişmekteydi. Vasi ve nazır tayini gibi sosyal güvenlik uygulamaları bu dönemde de devam etmiştir35.

slâm hukukunda mevcut olan kadının malvarlığının erkeğin malvarlığından ayrılığı prensibi36 belgelerden anlaşıldığına göre bu dönemde Afyonkarahisar’da da uygulanmıştır37. Ayrıca kadınların evlenirken çeyiz olarak getirdiği mal ve eşyalar kadınının kendi malı kabul edilmiş ve buna göre kaydedilmiştir.

Ailelerin bir arada yaşamasından belirli sosyal gruplar ve sınıflar ortaya çıkmıştır. Bu anlamda sınıflaşma tarihin ilk devirlerinden günümüze kadar devam etmiş bir hadisedir. Geçmişten günümüze değin sınıfsız bir toplum efsane ve hayal olarak kalmıştır. lkel veya çağdaş bütün toplumlarda farklı sosyal tabakalar ve sınıflar, mevcut olmuştur38. Bu anlamda Osmanlı toplumunda da sınıflaşmadan bahsedilebilir. Ancak bu tabakalaşma bir sınıfın diğer sınıf üzerinde hakimiyet kurması şeklinde tezahür etmemiştir. Türk tarihinde farklı sınıflar ve meslek grupları birbirlerine bağlı, birbirlerini tamamlayan meslekler şeklinde idi39.

Bu dönemde Afyonkarahisar’da belgelerde aile içinde zikredilen bir grup da cariyeler ve gulamlardır. Osmanlı devletinde harplerde esir edilen veya para ile satın alınan erkeklere “köle”, kadın ve kızlara ise “cariye” deniliyordu. Cariyelere “halayık”da denilirdi Cariyeler esir tacirleri tarafından genellikle küçük yaşlarda değişik ülkelerden getirilirdi. Bu milletlerin hepsinin değişik özellikleri bulunmakta idi40.

Kökleri oldukça eskiye giden cariyelik, XIX. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir41. Cariyeler de köleler gibi alınıp satılabiliyordu. Afyonkarahisar’da bu dönemde evlerde cariyeler bulunmakta kabiliyetlerine göre yetiştirilmekte idi. Cariye, gulam gibi ifâdeler XVII. ve XVIII. yüzyıllara ait kadı defterlerinde daha sık geçerken42 XIX. yüzyıl ortalarında nispeten azaldığı fakat devam ettiği43 bazılarının da azat edildiği anlaşılmaktadır44.

Bir mal sahibi nasıl malında istediği tasarrufta bulunursa cariye ve kölelerin sahipleri de aynı tasarrufta bulunabilirlerdi. Cariye ve köleler alınıp satılabilir ayrıca istenildiği takdirde hediye edilebilirdi. Bu uygulamalarda kadın veya erkek fark etmezdi45.

Cariyelerin fiyatları özelliklerine ve marifetlerine göre değişmekteydi. Bir belgede zenciye cariyenin fiyatı 550 kuruş iken46 başka belgelerde zenciye cariyelerin fiyatları 1000 kuruştan47, 2000 kuruşa kadar değişmekteydi48. Gulamların değerleri ise ekonomik hayatta iş gücü olarak kullanılmalarından dolayı olsa gerek cariyelere göre daha fazla idi. Bir belgede 2 adet zenci gulama 6000 kuruş fiyat biçildiği anlaşılmaktadır49.

Cariyelerin yiyecek ve giyecek bakımından evin hanımından pek farkı yoktu. Genellikle iyi muamele görürlerdi. Bazen köleler gibi cariyeler de efendileri tarafından azat edilmişlerdir. Bu durum slamiyet tarafından da tavsiye edilmiştir. Ancak cariyelerin azat edildikten sonra sahiplerinin yanından ayrılmadıkları da görülmektedir. Hatta bu kişilerden mal mülk sahibi olanları da bulunabilmekte idi. Bir belgede “Afyonkarahisar’da Işıklar Karyesi ahâlîsinden Halil oğlu Hüseyin isimli kişi ile Hâce Hanım’ın âzâdlu zenciye câriyesi Abdullâh kızı Hadîce Hâtun’un vekîli olan Hacı Mehmed oğlu Hacı brâhim Efendi, Cansız Mahallesi’nde bulunan tahtânî iki bâb oda ve bir mikdâr havlu ve sokak kapısını müştemil bir bâb mülk menzili Hadîce Hâtun’a 170 guruşa” satıldığı anlaşılmaktadır50. Azatlı bir cariyenin kendi parası bulunduğu ve kendisi için mülk satın aldığını görülmektedir.

Osmanlı tarihinde esir ticaretinin, dolayısıyla cariyeliğin kaldırılmasına yönelik çabalar XIX. yüzyıl ortalarında başlamıştır. Bu konuya ait ilk belge 27 Ocak 1847 (9 Safer 1263) tarihlidir51.

Afyonkarahisar’da cariyeliğin Tanzimat’ın ilk yıllarında de devam ettiği görülmektedir. Fakat XIX. yüzyıl sonlarından itibaren cariye, köle gibi ifadelerin kayıtlarda daha az geçmeye başladığı görülmektedir. Bu dönemde azda olsa bahsi geçen cariyeler eskilerin bakiyeleri olmadır. Ancak XIX. yüzyılın sonlarında kadı defterlerinde cariye ifadesine daha az rastlanmaktadır. Bu dönemden sonra cariye, köle gibi ifadeler yerine Köle oğlu gibi ifadeler kullanılmıştır52.

Toplumdaki insanların sosyal statüleri ve daha birçok özellikleri ile ilgili önemli ipuçları vermesi bakımından Afyonkarahisar’daki lakaplar ile ilgili bilgi vermek yerinde olacaktır. Toplumda kullanılan lakap ve takma isimlerin sosyal ve psikolojik bir takım özellikleri ve rolleri gösterdiği bilinmektedir. Unvan ve lakaplar; mesleklere göre, fiziki özelliklere göre, karakter özelliği, yer adlarına göre, aşiret ve etnik yapıya göre, tarihi kahramanlık, sülalenin soy büyüklerine göre ve dini özelliklerine göre kişilere verilmekte olup bu lakaplar toplumun yapısını göstermesi açısından önemli birer malzeme niteliğindedir (Bkz. Tablo 1).

Tablo 1. XIX. Yüzyıl Ortalarında Afyonkarahisar’da Kullanılan Lakaplar

Acem oğlu Akharımlı Soytarı oğlu Bırtıl oğlu Hacı
Abdurrahmân smail Süleyman
     
Zırdeli oğlu brahim Arab oğlu brâhîm Atlıhisârlı Hayta smail
     
Atsızlılı Ali Azman oğlu Ca’fer Bazlarlı Topal zevcesi
  Ağa  
     
Burgulu Cavcav oğlu Akharımlı Mıhlı oğlu Bolvadinli Deli Ömer
Hasan Hüseyin oğlu Resul
     
Bıcık oğlu Hasan Burnu Karyeli oğlu Cici Hacı oğlu Mustafa
  Hüseyin  
     
Çakaloğlu Mehmet Çengel oğlu Halîl Çete Hasan
     
Çonto oğlu Mustafa Dalyan oğlu Osmân Arab oğlu
     
Deli Ahmed oğlu Deli Tahir Delibaşı Yahyâ
Mustafa    
     

 

       
  Delikanlı oğlu Deveci oğlu Mahmûd Emir Süleyman
  Mehmed      
       
  Eşekçekmez oğlu Gâzî oğlu Molla Genelili Mustafa
    Mehmed    
       
  Gül Halil Hacı Ramazan oğlu Hatîb oğlu Ömer
    Hasan    
       
  Kirli oğlu Ali Irgad Tekyeli Hüseyin Kör brâhim
       
  Körbekir oğlu ẞâkir Karamanlı Hasan Kelkızı oğlu Hüseyin
       
  Kürt oğlu Ali Kırık oğlu Halîl Koca Budak oğlu
       
  Mahmudlu Yörük Kötek oğlu Halil Kurt oğlu Derviş
  oğlu      
       
  Patrik oğlu Abdullâh Kürtlerli Ayvaz oğlu Macar Ağa
  Ağa Ahmed    
       
  Saka Süleyman Mısırlı Ali Sağırın Hasan
       
  Sarı oğlu Mehmed Ali Pepe-oğlu Merkebci Sarıbaşoğlu
       
  Sipâhî oğlu Ebûbekir Sakat oğlu Mehmed Sarı Mustafa
       
  Solumaz oğlu Osman Satılmış oğlu Seyis Ali
    Veliyyüddin    
       
  ẞuhud Kasabalı Veli Sirozlu oğlu Ahmet Siyâhî Alemdâr oğlu
       
  Turunçzâde Halil Ağa ẞatır Osman ẞeytancı Ahmed
       
  Türkoğlu Osman Terletir oğlu Ali Topçu Osmân
       
  Yürekyırtan Türkmen Ahmed Türkmen Sefer
       
    Uzun Ahmed Yörük Yakub oğlu Ali
         

Osmanlı toplumunda din değiştirme olayına da zaman zaman rastlanmıştır. Bu dönemde Afyonkarahisar’da Hıristiyan olup daha sonra Müslümanlığı kabul edenlerin bulunduğunu “Hacı Mahmûd Mahallesi’nde sâkine mühtedîye Abdullah kızı Nâzike” ifadesinden anlaşılmaktadır53. Bu arada yine dikkat çeken bir nokta Hıristiyan evlerinde seccade bulunmasıdır54 ki bu seccadeleri evlerine misafir olarak gelen Müslüman komşuları için bulundurmuş olmalıdırlar.

B) Ekonomik Yapı

Osmanlı Devletinde insanlar toprağa bağlı bir hayat yaşadıkları için kırsal kesimde yaşayan insanların sayısı şehirde yaşayanlara göre daha çoktu. Osmanlı toplumunda aile-hâne55 sosyal düzenin temeli olduğu gibi, iktisadi yapının ve tarım ekonomisinin de temel hücresidir. Bu aynı zamanda devlet gelirlerini garanti eden bir kurumdur. Devlet Hıristiyan’lardan alınan toprakların kamu malı sayılıp devletin elinde tutulmasını XVI. yüzyılın sonlarına değin değişmez bir anayasa kuralı gibi uygulamıştır56.

Osmanlı Devleti, tarım ekonomisi ve sosyal düzenini devam ettirebilmek ve gelirlerini düzenli alabilmek için çift-hane sistemini yani ailenin bir çift öküzü ile hasat edebileceği alanı dikkate almış bu sebeple köylü ailesinin bütünlüğünün korunmasına azami dikkat etmiştir. Bunun için sürekli kontrol ve teftiş yapmış, vakıf ve emlak sahiplerinin veya devlet sorumlularının köylü emeğini sömürmesine karşı kanunlar yapılmıştır. Bu sebeplerden, Osmanlı mparatorluğunu “Köylü Ailesinin mparatorluğu”57 diye tarif etmek yanlış olmaz. Ancak Osmanlı Devleti’ndeki köylüler Avrupa’daki köle (serf) tabir edilen köylülerden farklı idiler58.

Bu düzende genel olarak köylü ailesi, koca, kadın ve çocuklar, çoğu zaman ise evlenmiş oğullarla torunlardan oluşur. Koca, aile işletmesinin son söz sahibidir. Ekonomik örgüte o hakimdir. Devlet vergi mükellefi olarak onu tanır. Toplumumuzda günümüzde kırsal kesimlerde halen devam eden ataerkil aile tipinin tarihi geçmişi bu yapıya dayanmaktadır59.

Ülkenin her yerinde olduğu gibi Afyonkarahisar’daki insanlar da kendi kendilerine yetmeye çalışıyorlardı. Gıdalarını yetiştirdikleri hayvanlarından ve ekip biçtikleri tarlalardan elde ediyorlardı. Yörede yetiştirilen ürünler genel olarak karasal iklim ürünleri olan tahıllar ve yörenin farklı özelliği olarak haşhaştır60. Hayvanlardan ise aygır, merkep,katır, tay, camus ineği, camus danası, camus tosunu, malak, kara sığır, inek, tosun, düve, ayrıca küçükbaş hayvan olarak oğlak, keçi ve koyun gibi bir çok çeşidin yetiştirildiği görülmektedir61.

Ziraatın dışında özellikle ticaretin Afyonkarahisar’da özel bir yeri olduğu bilinmektedir. XVI. yüzyılın sonlarına doğru şehirde iki bedesten, beş han, 800’e yakın dükkan, bir boyahane ve bir mum imalat hanesi vardı.

XVII. yüzyıl ortalarında şehirde on dokuz han, 2048 dükkan bulunuyordu ve özellikle dericicilik çok gelişmişti. 1761 tarihinde ise şehirde her türlü malın satıldığı dört Pazar yeri vardı ve nispeten canlı bir ticaret yapılıyordu. Özellikle Uzun Çarşı’nın, ticaretin merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Afyonkarahisar’ın önemli bir ulaşım merkezi olması ç Anadolu’yu Ege ve Marmara kıyılarına ulaştıran kavşak noktasında bulunması, ticaretin gelişmesinde önemli rol oynamıştır62.

Afyonkarahisar’ın ticaret yollarının kesiştiği noktada olması sebebiyle, özellikle ranlı tüccarların XIX. yüzyılın ortalarında yoğun bir şekilde ticaret yapmak için buraya geldiği anlaşılmaktadır63. Ticaret için Afyonkarahisar’ın bulunduğu sırada vefat eden ve yakınları bulunamayan kişilerin varsa malları, mülkî idareciler tarafından tespit edilip devlet hazinesine gelir olarak kaydedilirdi64.

Osmanlı ülkesinde üretilen ürünler haksız rekabete sebep olacak şekilde Avrupa’ya götürülmekte idi65. Bütün bunlar Osmanlı ülkesindeki ticaretin büyük ölçüde yabancı tüccarların eline geçmesine, makine imali ürünlerin ithaline, yerli tezgahların yavaş yavaş kapanmasına, yerli mahsullerin daha fazla ücret veren yabancılara satılması ve memlekette zaman zaman kıtlık tehlikesi baş göstermesine sebep olmuştur66.

Belgelerden, XVIII. yüzyılın başlarında Avrupa menşeli eşyaların Afyonkarahisar’da kullanılmadığı anlaşılırken bu durum XIX. yüzyıldan itibaren değişmeye başlamıştır. Bu dönemde kullanılan eşyaların bir çoğunun dünyanın değişik bölgelerinden getirildiği anlaşılmaktadır. Bu eşyalar arasında Amerikan bezi, Kıbrıs ihramı, Selanik havlusu, Frenk işi patisse, Felemenk ipliği, ngiliz kumaşları, Rusya’dan nafe kürk, Hama kuşağı, Halep şalvarı, ẞam alacası, Diyarbakır alacası, Gördes seccadesi, Bursa kumaşları, Üsküdar çemberi vs. çeşitleri bulunmaktadır67. Osmanlı pazarına XVIII. ve XIX. yüzyıldan itibaren giren Avrupa kumaşları, Anadolu kumaşlarının yanında kullanılmaya başlanmıştır68. Bu eşyalar arasında ngiltere’den kadife ve pamuklu, Hindistan’dan ipekli, Rusya’dan kürk cinsi eşyaların getirildiği69 ve Avrupa’da üretilen eşyaların çoğunun gayrimüslim ve malî durumu iyi olan insanlar tarafından kullanıldığı görülmektedir. Bu yüzyıllarda Anadolu’yu istila eden “ ngiliz pamukluları” bu dönemde Afyonkarahisar’da çok azda olsa kullanılmaya devam edilmiştir70.

Müslüman bir tüccârın mal varlığı 6526 kuruş iken Hıristiyan bir tüccârın mal varlığı 10180 kuruştur. Hıristiyan tüccarın sattığı eşyaların kalite olarak yüksek ve çeşitli olduğu görülmektedir71.

XIX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı ülkesinde tarım ve hayvancılık geleneksel yöntemlerle yapılıyordu. Kullanılan eşyalar el aletlerinden öteye geçememiştir. Afyonkarahisar’da iktisadi faaliyetler sırasında halkın kullandığı eşyalar çok fazla değişiklik göstermemekteydi. Kullanılan aletler arasında; afyon çapası bıçağı, ay demiri, balta, bel, burgu, çekiç, demir kösük çapa, dişgen, ki yüzlü balta, kağnı takımı, kazan, kazma, Kepenek, keser, saban, çapa, balta, sefre, testere, tırpan bulunmakta idi. Bu tarihlerde yaygın olarak yapılan meslek grupları da oldukça çeşitlilik göstermekteydi.

Tablo 2. XIX. Yüzyıl Ortalarında Afyonkarahisar’da Meslek Gurupları

Abacı Ağdacı Ahçı Arabacı Attar Bağcıvan
           
Bağcıvan Bakırcı Bakkal Barutçu Berber Bezzâz
           
Bıçakcı Bileyci Boyacı Camcı Cerrah Çerci
           
Çıkrıkçı Çilingir Çizmeci Çömlekçi Debbağ Değirmenci
           
Dellâk Dellal Derici Destgah Dikici Duvarcı
           
Dizdar Duhâncı Düğmeci Dülger Enfiyeci Eskici
           
Ekmekçi Gazzâz Göncü Habbâz Haffâf Hallaç
           
Hamal Hamamcı Harççı Hekim Helvacı Hokkacı
           
ğneci mam Kadayıfçı Kağnıcı Kahveci Kalaycı
           
Kaltakçı Kandilci Kasap Kâtip Kavukçu Kaymakçı
           
Kazgancı Kebapçı Keçeci Kerpiççi Ketenci Kılınçcı
           
Kitapçı Kundakçı Kuyumcu Kürkçü Leblebici Manav
           
Matrakçı Mesci Mumcu Muytâp Mücellid Müezzin
           
Mürekkepçi Nalçacı Nalbant Pabuççu Saatçi Sandıkçı
           
Sarraç Semerci Sünnetçi Tarakçı Demirci Terzi
           
Tiftikçi Turşucu Tüfekçi Türbedar Üzengici Yağcı
           
Yapıcı Yemenici Yorgancı Yüzükçü    
           

Tablodan da anlaşılacağı üzere incelenen dönemde şehirde çok çeşitli meslekler icra edilmiştir72.

Afyonkarahisar’da insanların vefatından sonra geriye bıraktıkları terekelere bakıldığında73 Türk-Müslüman halk ile gayri-müslimlerin ekonomik güçlerini kıyaslamak imkanı ortaya çıkacaktır. Bu tarihlerde Müslüman bir erkeğin toplam 8030 kuruşu varken, Hıristiyan bir erkeğin toplam terekesi 4011,5 kuruştur. Fakat dikkati çeken bir nokta gayrimüslimin eşyaları arasında Avrupa menşeli ürünler önemli bir yer tuttuğu buna karşılık Müslüman’ların mal varlığının daha çok ziraat ürünleri ve hayvansal ürünlere dayanmaktaydı. Yine örnek olarak seçilen bir belgede Müslüman bir kadının toplam 1238 kuruşluk malı varken, Hıristiyan bir kadınının toplam 286 kuruşluk malı vardır.

Yine bu tarihlerde Afyonkarahisar’ın merkezinde yaşayan Hüseyin kızı Ayşe Hatun’un 4545 kuruşluk terekesi kadınlar arasında en yüksek tereke iken74, smail oğlu Manav Hüseyin Ağa’nın 10.373 kuruşluk tereke ile Müslümanlar arasında en yüksek malvarlığına sahip kişidir75. Buna karşılık gayrimüslim stefan kızı Sünbül’ün toplam serveti 308 kuruş iken76, Artin oğlu Kassabbaşıoğlu Manok’un toplam serveti 23.537 kuruş buna karşılık net serveti 7658,5 kuruştur77. En yüksek servete sahip olan kişi Bezzâz ve bohçacılık şirketi ortağı Serkiz’dir ki toplam 11.446 kuruşluk mal varlığı vardır78. Hernekadar bu bilgilerden genelleme yapmak zor olsa da rakamlardan anlaşılacağı üzere Hıristiyanların hayat standardı ve kişi başına düşen geliri Müslümanların hayat standardı ve gelirlerinden daha yüksektir

SONUÇ

Osmanlı klasik dönem aile yapısı ve geleneklerin hemen hepsinin Tanzimat Fermanı’nın ilanını takip eden ilk yıllarda Afyonkarahisar’da devam ettiği görülmektedir. Hatta Türk aile yapısının ve geleneklerin ne denli güçlü olduğu, günümüze kadar devam etmesinden de anlamak mümkündür. Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra özellikle ilk yıllarda Afyonkarahisar aile yapısını ve sosyal hayatını değiştirmediği görülmektedir.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki Tanzimat Fermanının ilan edilmesinden önce, toplum hayatında başlayan değişme bu dönemde bir süreç halinde devam etmiştir. Bu dönemde Afyonkarahisar’da sosyal yapıda göze çarpan en önemli özellik toplum hayatındaki ikiliktir. Sosyal hayata yeni giren özelliklerle eskiden beri devam eden özellikler bir arada bulunmuştur.

Bu dönemde günlük hayatta eskiden giyilen kıyafetlerin yanında özellikle Sultan Mahmud döneminden itibaren başlayan yenileşmenin de etkisiyle değişiklik kıyafetlerin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Terekelerden anlaşıldığına göre erkek giyiminde kavuk ve sarık gibi eşyalarının kullanım sıklığı azalırken, pantolon ve fes gibi giyim eşyaları, geleneksel kıyafetlerin yanında yerini almıştır.

Bu arada XIX. yüzyılda Osmanlı Pazarını ele geçiren “ ngiliz Pamukluları” Afyonkarahisar’da azda olsa kullanılmıştır. Gayrimüslimlerin eşyalarının Müslümanların mallarından fazla olduğu anlaşılmaktadır. Câriye, köle gibi unsurların bu dönemde ticaretinin yasaklanmasına rağmen varlıklarını devam ettirdikleri kayıtlardan görülmektedir. Kıyafetlerin değişmesi ve câriyelerin azalması dışında toplumda çok fazla değişiklik görülmemiş, mutfak aletleri, ev yaşantısı eskiden olduğu gibi devam etmiştir. Bu husus Tanzimat’ın getirdiği değişikliklerin hemen kendisini hissettirmediğini göstermektedir.

 

Alıntı yapılan makalenin orijinal linki: http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423867455.pdf (Erişim:28.02.2019)