Afyonkarahisar’da Mevlevilik

Abdulhalim Durma

Anlatılır ki, 1233 senesinde Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad için inşa edilen Hisarardı Medresesi hizmete girerken Mevlana Celaleddin Rumi ilk dersi verir. Muhtemelen iki çocuğu da bu günlerde sünnet olur. Bir süre sonra Sultan Veled Karahisar’a geldiğinde Mevlevi Camii’nin arsası vakfedilir.        

Yusuf  İlgar’ın çalışmasından (1) öğrendiğimize göre, Süleyman Şah ile Mutahhara Hatun’un (2) büyük oğlu Çelebi Hızır Paşa 1276 yılında dünyaya gelmiştir. Menkıbeye göre, doğduğu ayda Hz.Hızır onu elinden tutarak ‘vera-yı ihtifa’ya çeker. Birkaç gün aramadan sonra Karahisar’da Kale-i Cebel’ deki (Hıdırlık Dağı)  sonradan Hızır Makamı diye meşhur olan yerde dişi bir aslanın kucağında bulunur. O sırada henüz bir haftalık bebek olan Çelebi’nin, bir yaşındaki çocuk kadar gelişmiş olduğu gözlenir. Bu olaydan sonra, Çelebi ‘Hızır’ismiyle birlikte anılır. Paşa, Selçuklu devleti tarafından ‘tuğ, alem (bayrak, sancak), kılıç ve kalem ile’ şereflenmiştir. Uzun bir ömür süren Hızır Paşa, 1371 yılında 97 yaşında iken vefat etmiştir. Alişir oğlu Yakup Han’ın Ulu Arif Çelebi evlatlarına ve Mevlevihaneye bir takım köyleri vakfetmesi, XIV. yüzyıl başları itibarıyle şehirde bir zaviyenin varlığını düşündürmektedir. Bu dönemde Hızır mahlasıyla şiirlerini Farsça yazmış olan Çelebi,  muhtemelen bu zaviyenin ilk şeyhi idi. Vefatından sonra torunu Abapuş Mehmet Bali Çelebi zaviyenin şeyhi olur.

1350 yılında doğan AbapuşVeli Ahmet Paşa’nın oğludur. İyi bir eğitim görür. Dedesi Hızır Paşa’nın etkisiyle Mevleviliğe yönelir. 1371’de Mevlevihaneye şeyh olur. Saltanat elbisesi yerine tarikat abası ve külahı giymesinden dolayı Abapuş lakabıyla Afyonkarahisar’da meşhur olur. Dede İni ismiyle bilinen mekanı çilehane olarak kullanır ve hayatının büyük bir kısmını burada uzlete çekilerek geçirir. Devletin ileri gelenleri, alimlerin pek çoğu, talebeleri ve eşrafın bazıları onun sohbetlerini takip eder. Timur Karahisar’a gelince onu ziyaret eder ve çeşitli hediyeler sunar. Abapuş Veli hediyeleri kabul etmez. Menkıbeye göre, Timur’un, ‘Sizin bulunduğunuz bu yerler viran olmaktan uzaktır”, diyerek Karahisar’a zarar vermez denilse de, tarihen sabittir ki, Timur’un torunu Hüseyin Mirza, Akşehir ve Karahisar civarını istila ederek kan akıtmıştır. Vefatından bir yıl önce oğlu Sultan Divani’yi Karahisar Mevlevihanesi şeyhliğine görevlendirir. Kendisi uzlete çekilir 1485’te vefat eder. Kabri mevlevihane içindeki türbededir.

Anlatıldığına göre, 1453 yılı Ocak ayı başlarında Karahisar’ı kara bulutlar sarmıştır. Şehirde başlayan veba salgınında Abapuş Bali iki çocuğunu da aynı gün kaybeder. Bu salgın esnasında hastalanan Mehmet Çelebi de komaya girdiğinde öldü sanılıp babası Şeyh Abapuş Bali’ye haber gönderilir. Techiz ve tekfin için şeyhten emir bekleyen haberciye,”Sultan Divani vefat eyledi mi ?” diye sorarak şu dizelerle onun ölmediğini beyan eder,

O ölümsüz dirinin öldüğünü kim söyledi

Umut güneşinin öldüğünü kim söyledi

Daha sonra oğlunun yanına gelerek,

“Aşkile yar ol ki var olasın

Hızr-veş inde vü pay-dar olasın

Der. Mehmet Çelebi de ayağa kalkar. Bu olaydan sonraAbapuş oğlu Mehmet’e kırk gün halvet verir. Bu tarihte Abapuş 106 oğlu Divani 13 yaşlarındadır. Abapuş Bali mahlasıyla kaleme almış olduğu şiirlerini Farsça yazmıştır.

Nihat Azamat’ın verdiği bilgiye göre (3), müridlerinden Şahidi İbrahim Dede’nin (4) (öl.1550) Gülşen-i Esrar  adlı eserinin sonunda yer alan menkıbelerle karışık hatıraları, Mehmet Semai‘nin şahsiyeti hakkında orijinal bilgiler vermekle beraber bu bilgiler biyografisinin tespitinde yetersiz kalmaktadır. Sakıp Dede’ye (öl. 1735) göre Divane Mehmed Çelebi, Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in kızı Mutahhara Hatun ile evlenen Süleyman Şah’ın (veya Umur Bey’in) (5) torununun oğludur. Mutahhara Hatun’un Hızır ve İlyas adlı iki çocuğu olmuştur. Divane Mehmed Çelebi’nin babası Bali Çelebi (Abapuş Veli, öl.1485) Hızır Paşa’nın oğludur. Babasının şeyhlik yaptığı Karahisar Mevlevihanesinde doğan ve Mevlevi kültür ortamında yetişen Mehmed Çelebi’yi babası ölümünden bir yıl önce yerine şeyh tayin eder. Mehmed Çelebi ölümüne kadar Karahisar Mevlevihanesinin şeyhi olarak görevini sürdürür. Müridi Muğlalı Şahidi, Mevlana’nın, ‘Sevgili ahir zamanda çalgıya düştü, eğlenceye kapıldı, fakat onun içyüzü tamamıyle mücahede; görünüşte oyunla, aslı olmayan şeylerle meşgul’, anlamına gelen beytini, Divane Mehmed Çelebi için söylediğine inanıldığını bildirir. Gönlüne kendisine intisap arzusu düştüğünü, annesini ziyaret için gittiği Muğla’da bir gece Mehmed Çelebi’nin, ‘Beni bulmak istiyorsan harabati ol’, dediğini ve nihayet Kütahya’da ona intisap ettiğini anlatır. Şahidi Mehmed Çelebi’nin çardarb olduğunu, şarap içtiğini, halk arasında adının kötüye çıktığını, halktan kendisini bu şekilde sakladığını, ondan gördüğü kerametleri anlatmasının mümkün olmadığını, ‘Bizden gördüklerini nazmet’ dediğini, ancak bu emri yerine getiremediğini söyler. Şahidi İbrahim Dede 1544 yılında kaleme aldığı eserinde şeyhinin ölümünden bahsetmediğine göre Divane Mehmed Çelebi bu tarihten sonra vefat etmiş olmalıdır. Reşat Öngören’in (6) de katıldığı bu tespiti İlgar (7) 1529 tarihine çeker.

Sakıp Dede, Mehmed Çelebi’nin daha gençlik yıllarından itibaren göğsü açık bir tennureyle kalenderi abası giyerek dolaştığını, başında bazen Şems-i Tebrizi’ye mensubiyetini gösteren on iki dilimli taç bulunduğunu ve çardarb olduğunu söyleyerek Şahidi’nin verdiği bilgileri doğrular. Mehmed Çelebi, Karahisar’dan Konya’ya, oradan da Hacıbektaş Tekkesine yönelir. Daha sonra yanına kırk Bektaşi abdalı alarak gittiği Irak’ta Necef, Kerbela, Bağdat ve Samerra’da Ehl-i beyt imamlarını ziyaret eder ve sekizinci İmam  Ali er-Rıza’yı da ziyaret etmek üzere Meşhed’e geçer. Mehmed Çelebi Meşhed’de büyük itibar görür. Türbedeki iki bayrakla İmam Rıza’nın imaretindeki büyük bir kazan ve vakıf kapların bir kısmı kendisine hediye edilir. Ziyaret sırasında, ‘Rıza’nın kapısından ayrı düşen göz, güneş çeşmesi bile olsa nursuzdur’, diye başlayan Farsça bir rubaiyi irticalen söyler ve sağ tarafında Mevleviler, sol tarafında Bektaşiler bulunduğu halde Meşhed’den ayrılır. Tekrar Bağdat’a dönüp imamları ziyaret ettikten sonra Halep’e giden Mehmed Çelebi, burada Vefaiyye tarikatının kurucusu Ebü’l Vefa el Bağdadi’nin soyundan şeyh Ebubekir el-Vefai’nin dergahında kalır. Ebubekir’i Kalenderiler gibi traş ettirip ona hilafet verir. Karahisar’a dönerken Konya’ya uğrayıp ceddi Mevlana’yı ziyaret eder. Bir süre sonra Mısır’a giderek orada tutuklu bulunan İbrahim Gülşeni’nin (öl.1534) hapisten çıkarılmasını sağlar. Mısır dönüşü Şam’da İbnü’l Arabi’nin kabrini ziyaret eder. İstanbul’dan Bursa’ya, buradan Kütahya’ya geçen Mehmet Çelebi Afyonkarahisar’a döner ve bir müddet sonra burada vefat eder. Anlatıldığına göre, Semai’nin vefat ettiği yıl içersinde Irak ve Horasan seferlerine katılmış olan müridlerinin çoğu ahirete irtihal eder.

Mevlevilik tarihinde Arif Çelebi ile başlayan Ehli Beyt sevgisine özel bir önem verme hususu Divane Mehmed Çelebi’de yeni bir boyut kazanmış ve Mevleviliğin onun tarafından temsil edilen Şems meşrebi Kalenderilik, Bektaşilik ve Hurufilikle kaynaşma temayülü göstermiştir. Kalenderiliği benimsediği halde Mevleviliğin esaslarını özenle koruyan Mehmed Çelebi, Ulu Arif Çelebi’den sonra Mevleviliği en çok yayan kişi olmuştur. Halep, Burdur, Eğridir, Sandıklı, Mısır, Cezayir, Midilli ve muhtemelen Lazkiye Mevlevihaneleri onun gayretiyle açılmıştır.

Şahidi’nin Gülşen-i Esrar’ında Mehmed Çelebi’nin Fenai, Fani gibi bazı halifelerinin adına rastlanmaktadır. Şahidi, Fenai’nin Mehmed Çelebi doğunca gidip onun ayaklarını öptüğünü ve Mevlana’nın Çelebi’nin geleceğini bir gazeliyle müjdelediği şeklindeki rivayeti, Vahdetname adlı bir eseri olduğunu söylediği  Muarrifoğlu’ndan (8)  duyduğunu söyler. Fani Dede ise Lazkiye Mevlevihanesi şeyhidir. Divane Mehmed Çelebi  Halep’te Ebubekir el-Vefai’ye, Mısır’da Ahmet es-Safi’ye hilafet verir, Galata Mevlevihanesine Sinoplu Safayi Dede’yi halife bırakır, Veliyüddin Dede’yi Cezayir’e, Hızır Dede’yi Sakız’a, Nurullah Dede’yi Eğridir’e, Ali-i Rumi’yi Sandıklı’ya, Derviş Hamid’i Midilli’ye yollar. Onun halifelerinden olan Şahidi de Muğla Mevlevihanesinde şeyhlik yapmıştır.

Divane veya Semai mahlasıyla şiirler söyleyen Mehmed Çelebi, önemli bir şair olmasına rağmen, şiirleri mecmualarda kalmıştır. Abdülbaki Gölpınarlı, ‘Bela dildendir ol dildar elinden didarımız yoktur/Gönüldendir şikayet kimseden feryadımız yoktur’, beytinin Türk Divan Edebiyatının en güzel beyitlerinden biri olduğunu ileri sürer. Mevlevi mukabelesi son şekliyle düzenlendikten sonra mukabelenin ihtiva ettiği sembolleri açıklamak amacıyla yazılan ilk manzum risale  Divane Mehmed Çelebi’ye aittir. Elli iki beyitten meydana gelen bu risale, Abdülbaki Göpınarlı tarafından Mevlana Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan şiir mecmualarından  derlenen dört adet şiiriyle birlikte yayımlanmıştır.

İkinci Sultan Veled diye meşhur olan Divani Mehmed Çelebi’nin oğlu olan Hızır Şah Çelebi, 1497 yılında dünyaya gelir. 1525 yılında hilafetnamesini alan Çelebi babası Divani Mehmed Semai’nin vefatıyla da makamlarına geçer.

Olup dil-i sir seyr-i enfüs ü afak ü nagah

Vera-yı perde-i gaybe çekince peyker-i canı

Didi tarihini bir müstemend-i derd-i hicranı

Beka mülkine çekdi ‘askerin Sultan Divani

1570’te vefat eden Hızır Şah’ın Şeyh Şah Mehmed Çelebi isminde bir oğlu ile II. Destina Hatun isminde bir kızı olur.

Daha çocuk yaşta iken şiir söylemeye başlayan Şah Mehmed Çelebi iyi bir eğitim görür. Bir gün babası ile otururken biri alim diğeri cahil iki derviş birbiriyle çekişir. Alim olanı cahile imalı olarak, “Bre odun!”, diye hitap eder. Cahil derviş, öfkeden ateş kesilerek arkadaşını şeyhe şikayet edince,

Nefs-i bed-hu k’ola pür-ateş odun lafzından

Hime-i nar-ı gazab olduğuna şahiddir

beytiyle cahilin kafasına bir odun da Şah Mehmed Çelebi vurmuş olur. 1575 yılı vakıf kayıtlarından Mevlevihane ve mescidinin vakıf yönetimi Şah Mehmed Çelebi’de bulunduğu görülür. Vefatı ile kızı Destina Hanım II, onun yerine vakfın mütevellisi olur.

Hülya Küçük’ün makalesinden (9) öğrendiğimize göre, küçük yaştan itibaren riyâzet ve ibâdetle uğrâşmış, Kur’ân-ı Kerîm’i hıfz etmiş olan Destinâ, babasının öğrencisi olarak Mesnevîi Manevî‘nin sırları, tefsîr, hadis gibi alanlarda yetişmiş, ekseri vakitlerini Sultân-ı Sâtı’u’l-burhân Ebu’s-Seyf türbesi içindeki sâliha hanımlar için ayrılmış olan bölümde, zikr, nâfile ibadet ve murâkabeler ile geçirmiştir. Babasından sonra onun yerine geçmiş ancak, tezkîr-i Mesnevî-i Şerîf  için irşâd ehli bir kimse, ayrıca diğer bazı hizmetler için de ehil birisini nasb ederek bizzat kendisinin ve görüşlerinin gerekli olduğu yerlerde de kendisi ilgilenerek tarîkatın işlerini yürütmüştür. Aşırı riyâzetten ve az uykudan zayıf düştüğünü görüp biraz posta yatmasını, uyumasını söyleyenlere‚ “Biz postu ayak altına serdik… Bu sebeple uyku libasından yüz kere daha iyi ve rahattır”, sözleri ile cevap vermiştir. Bir çok kere ricâl-i gaybla görüştüğü, odasından gelen sesler üzerine kapısı vurulup da açıldığı zaman ise kimsenin görülemediği, ama değişik iklimlerden gelmiş birçok hediyenin göze çaptığı için ‘Hz. Meryem gibi ‚merzûk-i ğaybî’ olduğu söylenmiştir. Aldığı hediye ve ihsanları hiçbir zaman kendisi için harcamaz, fukaraya harcardı.

1584’te dünyaya gelen Çelebi Küçük Mehmed Efendi iki yaşında annesini kaybeder ve ablası Destina Hatun tarafından yetiştirilir. 1606’da vakfın tevliyeti ile Mevlevihanenin şeyhliğini resmiyette üzerine alır ise de, ablası Destina Hatun 1630’daki vefatına kadar idarede etkili olur. Küçük Mehmed Efendi’nin Güneş Han-ı Kebire, Kerime, Rahime, ve Seher isimlerinde dört kızı dünyaya gelir. Çelebi Küçük Mehmed Efendi döneminde isyanlar ortaya çıkmış, Mevlevi dervişlerini de bu isyanlara ortak yapma çabaları olmuştur. İsyancılar ihtilal yapma hevesiyle özellikle militan bir grup öğrenciyi Mevlevi dervişlerin arasına katmışlar, bu arada şehirdeki bazı medreseleri de perişan hale getirmişlerdir. İsyancıların olumsuz davranışları Çelebi Küçük Mehmed Efendi’den sonraki dönemde de devam etmiştir. Çelebi’nin yerine Karahisar Mevlevihanesi şeyhliğine yetiştirdiği, eğittiği amcası oğlu ve damadı Çelebi Mehmed Arif III Efendi tayin olur.

Mollazade diye anılan III.Mehmed Arif Çelebi 1597’de dünyaya gelir. Sekiz yaşında yetim kalan Çelebi, Küçük Mehmed Efendi’nin terbiyesi altında yetişir. Kara Mustafa Paşa’nın tevcihi ile 1635’te Mevlevihaneye şeyh olur. Döneminde pek çok insanın zulüm gördüğü Celali İsyanları devam eder.

 ‘Su akmadığı zaman kokar’ düşüncesiyle ceddi gibi sıkça seyahat ederse de, şeyhi, hocası ve aynı zamanda kayınpederi olan Küçük Mehmed Efendi, ‘Değişmeyen, kokmayan derya ol, deniz ol’ diyerek seyahati bırakmasını işaret eder. ‘Ebu’l Meşayih ve Hulefa’ unvanını alır. Kendisini çekemeyenlerin iftirası ile Bolvadin Mahkemesine şikayet edilince, karşı tarafın iddia ettiği hak talebinicömertçe ödeyen Çelebi şöyle buyurur. “Hasımlarımın bu fakiri taciz ettiği, rahatsız ettiği akıl sahipleri indinde malumdur. Ancak istenilen bu meblağın gerekçesinin açıklanmasını istesek, biz onları taciz etmiş olurduk. Çünkü o zaman işin iç yüzü ortaya çıkardı.  Sonra biz bu borçtan beri olduğumuza yemin etsek, dedemiz Hz. Ebubekir’in yolundan ayrılmış olurduk. Zira yok yere ona bin dinar borç isnad edildiğinde böyle bir borcu olmadığına dair yemin etmeyip o borcu verdi. Ayrıca onların bize karşı muameleleri sebebiyle sevap kazanmamız, onların ise bizim yüzümüzden cezalandırılmaları bize uygun düşmez.”

Çelebi’nin hakkında anlatılan bir menkıbe şöyledir. “Bir tarihte Çelebi Büyük Kalecik köyüne gider. Etrafı seyrederken gözüne çarpan yüksek bir kayaya merdivenle çıkmıştır. Çevresi taşlık ve kayalıktır. Etrafa bakınırken şakacı birisi merdiveni alıp saklar. Şeyh inmek için merdiveni aradığında, şakacı, “Bize ikramda bulunmadıkça merdiven gelmez”, der. O da doğru söylüyorsun diyerek cebinden çıkardığı üç avuç dolusu parayı serper. Herkes paraları toplamakla meşgul iken Çelebi gözden kaybolur. Para toplayanlar başlarını kaldırdıklarında çelebiyi göremeyince şaşırıp kalırlar. Çevreyi arayıp bulamayınca, durumu dergah yetkililerine haber verelim diye gittiklerinde Çelebiyi odasında oturur vaziyette bulurlar. Şaşkınlıkla nasıl geldiğini sorduklarında Çelebi, “Bu bize ecdadımızdan mirastır. Bunda garip bir şey yoktur”, buyururlar.

Konya Mevlana Dergahı postnişini Ebubekir Çelebi’nin 1637’de IV. Murad’ın fermanıyla görevden alınması üzerine Konya Dergahına postnişin olur ve 1642’de vefatına kadar bu makamda kalır. Mesnevihan Kasım Dede’nin onun vefatı üzerine söylemiş olduğu kıta şöyledir.

Arif Efendi rafi katd u cud olub

Çekdi liva-yı hicreti ıtlak mülküne

Sal-i gamimde münhasıf oldı mah-ı ah

Virdi şikest hüzünle uşşak silkine

Kayınpederi gibi Çelebi’nin de Güneş Han-ı Sugra, Kamile, Kerime ve Ayşe isimlerinde dört kızı dünyaya gelir.

İstanbul’da Kehhalzade diye anılan Ebu Bekir Efendi, Tugani Ahmet Dede’nin eğitiminde yetişir. Şeyhinin vefatından sonra Konya’ya giderek Mevlana dergahında hizmete başlar. Şemseddin-i Tebrizi dergahında Mesnevihanlık yapar ve hizmette emsallerini geçerek büyük rütbelere ulaşır. Konya Mevlevihanesi postnişini Ebu Bekir Çelebi tarafından Bağdat Tekkesi şeyhliğine gönderilirse de, çok geçmeden izinle İstanbul’a döner. Karahisar Mevlevihanesi şeyhi Küçük III.Arif Çelebi, 1637 yılında Konya Mevlevihanesi postnişinliğine tayin olunca, yerine Kehhalzade Ebubekir Efendi şeyh olarak tayin edilir. Ebubekir Efendi başarılı hayatının son kısmını burada geçirmiştir. 1649 yılına ait Afyonkarahisar Şeriyye sicil kaydında, Ebubekir’in Karahisar Mevlevihanesinde halen şeyh olduğu anlaşılmaktadır.

Babası ‘fukara-yı sofiyye’den olan Derviş Mustafa Dede, Rumeli Yenişehir’in köylerinden birinde dünyaya gelir. Babası gibi derviş olmağa karar veren Mustafa Dede, önce Konya Mevlevihanesine giderek postnişin Ebubekir Çelebi’nin (öl.1638) hizmetine girer. Ebubekir Çelebi 1637 yılında IV. Murad tarafından görevden alınınca Derviş Mustafa kendisine yeni bir mürşid bulmak arzusuyla Konya’dan Karahisar’a gelir. Burada çilesini çıkarırken şeyhi Arif Küçük Çelebi, aynı yıl Konya Mevlevihanesi postnişinliğine tayin olur. Böylece derviş yine şeyhsiz kalmıştır. Çilesini tamamlayan Derviş Mustafa Dede, ilim ve irfan eğitimi yanı sıra musiki öğrenmeğe başlar, dergahın neyzenbaşısı Gülüm Dede’den ders alır, bu arada Bağdat Mevlevihanesi şeyhliğinden istifa eden Kehhalzade Ebubekir Efendi Karahisar Mevlevihanesine şeyh olmuştur. Derviş Mustafa muhtemelen şeyh Ebubekir döneminde çilesini tamamlar ve onun vefatından sonra yerine Karahisar Mevlevihanesi şeyhi olur.

Derviş Mustafa Dede’nin mütevazi, alçak gönüllü bir şahsiyet olduğu anlatılır. Rauf Yekta onun bu özelliğini, “..gerek dervişliği, gerek şeyhliği esnasında dergaha ait hizmetleri seve seve bizzat yapar, hatta yaşı hayli ilerlediği halde pabuç çeviricilik, süpürücülük, odun yarıcılık gibi hizmetlerin ifasından geri durmazdı. (Kuçek Derviş Mustafa Dede) ismiyle anılmasının sebebi de işte bu suretle bütün hayatını dervişlerinin hizmetine hasretmesidir”, şeklinde belirtmektedir.  Tekkelerle ilgili 1666’da başlayan 18 senelik yasaklı dönem Mustafa Dede’nin şeyhliği devresine rast gelmektedir. Konya Mevlevi şeyhi Bostan Dede’nin Afyon Mevlevi şeyhi Mustafa Dede’ye gönderdiği 1684 tarihli mektubunda, padişah tarafından yeniden mesnevi okunmasına ve sema yapılmasına izin verildiği, hemen semaa başlamaları’ bildirilmektedir. 1702 yılında sağ olan şeyh Mustafa Efendi’nin 1703 yılına ait bir vakıf kaydında ölü olduğu ve böylece onun 1617-1703 yılları arasında yaşamış olduğu söylenebilir. Ayin-i şerif mecmualarında Bayati ayin-i şerifinin bestekarı olan Kuçek Derviş Mustafa Dede’nin Karahisarlı olduğu sanılmaktadır. Gölpınarlı, Mevleviler arasındaki tevatüre göre, Karahisar Mevlevihanesi şeyhliğinde bulunduğunu ve vefatıyla semahaneye gömüldüğünü nakil etmektedir. Mevlevihanede altmış altı yıl tekkenişinlik, camisinde hatiplik yapan Raşit Dede, nam-ı diğer Hatip Hoca da, Kuçek Derviş Mustafa Dede’nin Karahisar’da medfun olduğunu ifade ederek şöyle açıklık getirmektedir. “1902 yılında Mevlevihane yanmadan önce “Sultan Divani’nin merkadi ile mukabil köşesindeki parmaklık arasında beş sanduka vardı. Bu sandukalardan biri Beyati ayini bestekarı Mustafa Dede’ye, biri de Sultan Divani’nin ateşbazı Furuni Dede’ye ait bulunuyordu. Yangından sonra tekke tekrar yapılırken bu parmaklığın biraz tevsii istendi. Bu maksatla Furuni Dede’nin evvelce parmaklık içinde olan sandukası biraz  yan tarafa çekildi ve o zaman yer daraldığı için oraya Furuni Dede, ikincisi Reşit, Kemal, Celal çelebiler, üçüncüsü maktul Ali Çelebi’nin biraderi Münir (Murat) çelebi, dördüncüsü de meczup Baki Çelebi namlarına ancak dört sanduka sığdırılabildi ve Mustafa Dede’nin sandukası büsbütün kaldırıldı. Bu zatın asıl kabri tam ikinci sandukanın bulunduğu yerde idi.” Nakledilen hatırata göre, Küçek Derviş Mustafa Dede Karahisar Mevlevihanesi türbe kısmında medfundur.  Derviş Mustafa’nın müzisyenliği ve mesnevihanlığının yanı sıra hat ile uğraştığı, çeşitli mesnevileri istinsah ettiği anlaşılmaktadır.

Seyyah lakabıyla anılan Ebubekir Dede Derviş Mustafa Dede’nin oğludur. Tabi Dede, onun şeyh olmasını, “Müsellimdir hilafet Mustafa’dan sonra Bu Bekre” tarihi ile belirtmektedir. Ebubekir Efendi 1703’ten itibaren mevlevihanenin şeyhi ve mesnevihanıdır. Vakfın mütevellisi olan Kerime Hatun, vakıf köylerden verginin alınması için 1720 yılında onu kendisine vekil tayin eder.

Daniş Ali Dede’nin (öl.1684) oğlu Mehmet Mukim Dede babasının vefatından sonra Siyahi Mustafa Dede’nin (öl.1711) hizmetinde bulunur ve onun terbiyesi altında yetişir. Konya Mevlevihanesi  postnişini Bostan Çelebi II tarafından önce Karahisar, arkasından Ankara hangahlarına şeyh olarak tayin edilir. Mehmet Mukim Dede’nin Afyonkarahisar Mevlevihanesi şeyhliğine atanması 1703-17o5 yılları arasında olmalıdır. Zira 1703 yılında Mevlevihaneye şeyh Ebubekir Dede mesnevihan olarak tayin edilmiştir. Ancak Ebubekir Dede’nin ne kadar şeyhlikte kaldığı tespit edilememiştir. Dede daha sonra Tokat asitanesine tayin edilir ve 1718 yılında orada vefat eder.

Asıl adı Ömer olan Şekip Dede‘nin babası Osman Efendidir. Şekib, İstanbul’da eğitimini tamamlar, kadılığa geçer, ancak kadılıktan ayrılarak Mevlevi tarikatına girer. Bir müddet Konya Mevlevihanesinde kalarak “hücrenişin-i uzletgüzin” ve mesnevihan olur. Mevlevi eğitimi ve terbiyesini tamamlayan Şekib, buradan önce Karahisar şeyhliğine, daha sonra Halep meşihatine tayin edilir. 1723 yılında Hacc-ı şerifde vefat eder.

Karahisar-ı Sahip Mevlevihanesinin şeyhlerinden Abbas Dede Şeyh Ebubekir Efendi’den sonra Mevlevihaneye şeyh olarak tayin edilir.

1752 yılına ait bir vakıf kaydında yer alan, “Mevlevihanenin bil-fiil şeyhi ve vakfın nazırı olan ‘umdetü’l meşayıh Osman Efendi ibn-i es-Seyyid şeyh Yahya Efendi..”, şeklindeki ifadeden Afyonkarahisar Mevlevihanesi şeyhi Osman Çelebi’nin babasının şeyh Yahya  olduğu anlaşılmaktadır. Sicil kayıtlarında oğlu Seyyid Osman Efendi’nin Mevlevihanede 1739 yılında şeyh olarak görevli bulunmasından, Yahya Çelebi’nin bu yıllarda vefat etmiş olduğu söylenebilir.

Karamanlı Şeyh Osman Çelebi‘nin babasının Mevlevihane şeyhliğine görevlendirilmesiyle Afyonkarahisar’a yerleşmiş oldukları düşünülebilir. Osman Çelebi bu arada Sultan Divani oğlu Hızır Şah’ın kızı Kamer Şah ile evlenir. Şeyh olarak bulunduğu mevlevihanede aynı zamanda vakfın da nazırı olarak görev yapar. Bununla birlikte Çelebi’nin postnişinlik makamına hangi tarihte başladığı, hangi tarihte ayrıldığı tespit edilememiştir. Vefatından sonra oğlu Yahya Çelebi‘nin şeyh olduğu, onun da 1767 yılında genç yaşta öldüğü dikkate alınırsa, Çelebi’nin 1764-1767 yılları arasında vefat ettiği söylenebilir.

Şeyh Osman Efendinin oğlu olan Yahya Çelebi dergahta Mevlevi kültürü ile yetişmiş, ve daha sonra kaptan-ı derya Seyyid Ali Paşa’nın kızı Zeynep hanımla evlenmiştir. Çeşitli mecmua ve cönklerde yirmi kadar gazel ve koşması tesbit edilmiştir.

Muhtemelen Yahya Çelebinin küçük kardeşi olan Seyyid Alaeddin Çelebi, Yahya Çelebi’nin vefatından sonra Mevlevihanenin şeyhi olmuştur. Şeyh Es-seyyid Alaeddin Çelebi, Karahisar-ı Sahib Mevlevihanesinin mütevelliliği ile ilgili olarak yazılan bir Hatt-ı Humayun’da otuz beş yıldır şeyhlik görevinde bulunduğunu belirtmektedir. Bu durumda Çelebi  otuz beş yılını 1801 yılında tamamlamıştır.

 ‘Meczup Abdülbaki Dede’ diye anılan Abdülbaki Çelebi, Alaeddin Çelebi’nin oğludur. Şeyhlik yaptığı nakil olunmaktaysa da, bu hususu teyid edici bir kaynak bulunamamıştır. Kurban bayramlarında kurban kanını şehid Ali Efendi çocukken onun sikkesine sürer, “bu çocuğun başı nerede göremiyorum”, dermiş. Kabri mevlevihanededir.

Ahmet Çelebi, Seyyid Alaaddin Çelebi’nin büyük oğludur. XIX. yüzyılın başlarında babasının vefatıyla  Mevlevîhâne’nin şeyhi ve vakfın da mütevellisi olmuştur. 1826 tarihli bir vakıf kaydında, yirmi yıldır beratla mütevelliğin elinde olduğu, 1806 yılında şeyhlik görevindeyken vakfın mütevelliliği verildiği belirtilmektedir. Bu görevler üzerinde iken, 1830 yılında vefat etmesi üzerine kardeşi Seyyid Yahya Efendi Mevlevîhâne’ye şeyh olarak görevlendirilmiştir. Onun da Mevlevîhâne bahçesinde gömülü olduğu nakledilir. 

Kayıtlardan anlaşıldığına göre,Alaaddin Efendi’nin oğlu Seyyid şeyh Yahya Efendi, 1834 yılında vakfın mütevellisi ve mevlevîhânenin de şeyhidir. Ocak 1837 yılında mevlevîhânenin postnişîni ve imamıdır.

Şeyh Murat Efendi Şeyh Ahmet Çelebi’nin oğlu, Şehid Ali Efendi’nin de kardeşidir. Sicil kayıtlarında Murat Çelebi’nin şeyhlik yaptığına dair bir kayda rastlanmaz. Ancak, Mevlevîhâne’nin türbe bölümünde ona atfedilen kabir üzerinde bir sandukanın olması, Şemseddin Çelebi’nin, şeyh Ali Efendi’den önce Mevlevîhâne’nin şeyhi olduğunu, onun vefatından sonra Ali Efendi’nin şeyhlik makamına geçmiş olduğunu bildirmesi gibi bilgiler, onun 1837 yılında kısa bir süre şeyhlik yapmış olduğu fikrini vermektedir. Bu durumda Murat Efendi’nin Yahya Efendi’den sonra, Ali Efendi’den de önce şeyh olması gerekir. Murat Efendi, Ahmet Çelebi’nin büyük oğlu olmalıdır. Zira Mevlevî geleneğinde de şeyhlik sırası öncelikle ailenin büyük erkek çocuğuna verilmiştir. Babası ve kardeşine ait bilgilerden yola çıkarak 1750-1850 yıllarında yaşadığını söyleyebiliriz.

Şeyh Ahmet Efendi’nin Ali Efendi‘nin 1837 yılı ortalarında şeyhliğe atanmış olduğu ve  1840 yılında da mevlevîhânenin şeyhi, vakfın da mütevellisi olduğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen   1842 yılında bugün için bilinmeyen sebeplerden dolayı idam edilmiştir. Mevlevî muhitince “başı kesik, şehid Ali Efendi” diye anılmıştır. Münire Hanım isminde bir kızı bulunduğu ve Münire Hanımın Raşit Çelebi’nin oğlu Kemal Çelebi ile evlenmiş olduğu görülür.

Ali Efendi’nin idam edilmesi üzerine 1842’de Konya’dan Afyonkarahisar Mevlevîhânesi şeyhliğine  tayin edilen ve babası tarafından Mevlânâ’ya ulaşan Mehmet Râşit Çelebi, Hüseyin Çelebi’nin oğludur. 1844’te Mevlevîhâne genişletilerek tamir edilmiş, inşa olunan hankâhın iki adet resmi Afyonkarahisar kaymakamı tarafından merkeze gönderilmiştir. 1867 yılında sağ olan Raşit Çelebi’nin vefat tarihi tespit edilememiştir. Raşit çelebi’nin Rıza Çelebi, Bahaeddin Çelebi, Abdülkadir Çelebi, ve Kemal Çelebi isimlerinde çocukları olduğu anlaşılmaktadır.

Çelebi ilimle meşgul olmuş, çeşitli eserler kaleme almış, istinsah etmiştir. Bu çerçevede “El-Evrâd” isminde Arapça, nesih hatla yazılmış bir eseri bulunmaktadır. Ayrıca, Sipehsâlâr Mecdü’d-din Feridun’un Menâkıb-ı Sipehsâlâr adlı Farsça eserini Türkçe’ye çevirmiştir. İsmail Ankaravî’nin Mesnevî şerhinin 7. cildini de Nesih hatla istinsah etmiştir.

Şeyh Ali Efendi’nin kızı Münire hanım ile evlenmiş olan Ahmet Kemâleddin Çelebi, M. Raşit Çelebi’nin oğludur. hayır hasenat sahibi bir insan olan Kemaleddin Çelebi’nin 1872’de dergâhta postnişin olarak görevli olduğu görülmektedir. Bu arada dergâhın, 1875 yılında yandığı, tamiratının ise Mart 1878 tarihinde bitmediği ve dergâhın postnişinliğinin Kemâleddin Çelebi’de olduğu anlaşılmaktadır. O, olgun bir kişiliğe sahiptir. Özellikle Harabî, Türâbî gibi halk şairlerini her zaman koruyup, gözetmiştir. Yirmi üç yıl şeyhlik görevinde bulunmuş, nihayet, 1894 yılında vefat eylemiştir. Mevlevîhânede türbe içerisinde medfundur. Şeyh Kemaleddin Çelebi’nin 14 şubat 1892 tarihli vakfiyesinden anlaşıldığına göre, Kalecik-i Kebir köyünde, Mevlânâ Celalettin-i Rûmî’nin vakıf arazisi üzerine Baş Değirmen diye anılan ve bir taş üzerine devran iden bir adet değirmen yaptırarak vakıf eder. Değirmenin yıllık gelirinden Sultan Divânî Hazretlerinin camii şerifinde imam ve müezzin olan efendilere yıllık 12’şer İstanbul kilesi ile buğday verilmesini; buna karşılık her ay Kur’ân-ı Kerim’den 15’er cüz okuyarak peygamberimiz ile Sultan Dîvânî’nin mübarek ruhlarına hediye edilmesini, fazla para olursa erkek çocuklar arasında pay edilmesini şart koşar. Vakfın mütevellisi olarak, sağlığında kendisinin, vefatından sonra erkek çocuklarından büyük olanın görevlendirilmesini ister.

Kemâleddin Çelebi’nin oğlu olanŞeyh Celâlettin Çelebi‘nin annesi Münire Hanımdır. Babasının 1894 yılında vefatından sonra Konya seccâdenişîni Çelebi Efendi’nin icâzeti ile Karahisar Mevlevîhânesi’ne şeyh olmuştur. Şeyhlik mühründen 1894-95 yılında Mevlevîhâneye postnişin olduğu anlaşılmaktadır.1896 yılında vakıfla ilgili bir hususu Nafia Nezareti’nde görüşmek üzere İstanbul’a gitmiş, bu arada Tahir Olgun ile dergahta görüşmüştür. Tahir Olgun kaleme aldığı “Çilehâne Mektupları” nda Celalettin Çelebi’yi “Müttakî, mütevâzi,derviş-nihâd ve velhâsıl evlâd-ı Mevlânâ demeye lâyık bir çelebi” şeklinde üstün vasıflarla anmaktadır. 1902 yılında zuhur eden yangında Mevlevîhâne’nin yanması, yeniden yapılması Şeyh Celâlettin Çelebi zamanında olmuştur. Cihan Harbi sırasında İstanbul’da kurulan “Mücâhidîn-i Mevleviyye Taburu”na Karahisar’dan Şeyh Celâlettin Çelebi de katılmış, Şam’a kadar gitmiş, bir müddet kalmış, yaşlı olduğu için Karahisar’a geri dönmüştür. Çeşitli tarihlerde hanımlarının ölmeleri sonucu bir kaç kez evlenmiş, on kadar çocuğu olmuştur. Şeyh Celâlettin Çelebi, 25 Eylül 1918 tarihinde vefat etmiş ve Mevlevîhâne’ye defnedilmiştir.

Celâlettin Çelebi’nin oğlu olan Ahmet Raşit Çelebi‘nin annesi Zaide Hanımdır. 1878-79 yılında doğmuştur. Ahmet Râşit Çelebi babasının vefatından sonra boşalan şeyhlik makamına geçmek için yapılan sınavdan başarı ile geçer. Mahalli Encümen Meşâyihi tarafından düzenlenen başarı mazbatası Meşâyih Meclisi’nce tasdik olunmak üzere meşîhatpenâhîye gönderildiğinde Karahisar-ı Sâhib’deki Hazret-i Dîvânî Mehmet Efendi vakfının tevliyetinin babası Celalettin Efendi üzerinde olduğu, meşîhatine dair bir kaydın ve vakfiyenin olmadığı, önceden beratla görevlenmediği, Konya’da olan seccadenişîn Çelebi Efendi’nin icazetnâmesiyle atandığı anlaşılır; bu sebepten oğlu Ahmet Râşit Çelebi’nin de Çelebi Efendi’nin icazetnâmesiyle atanmasına şûrâ-yı Devlet’te Mart 1919 yılında karar verilir. Raşit Çelebi, yaklaşık yedi yıl postnişinlik makamında kalır. Tekke ve türbelerin kapatılması ile ilgili kanunun çıkmasıyla Dîvânî Mehmet Efendi Mevlevîhânesi de minaresi ve minberi olması sebebiyle camiye çevrilir ve Raşit Çelebi’nin de şeyhlik görevi fiilen sona erer. Çelebi, 13.04.1934 yılında vefat etmiş, Olucak çeşmesi karşısında yer alan mezarlığa defnedilmiştir., çalışkan ve vatansever bir insan Raşit Çelebi’nin, Millî mücadele sırasında düşmana karşı Müftü Hüseyin Bayık, Nebil Hoca ve diğer arkadaşlarıyla birlik ve beraberlik içerisinde çalıştıkları anlaşılmaktadır.

Afyonkarahisar Mevlevihanesinin inşa tarihi 1316 olarak kabul edilir. Yakup Çelebi zamanında himaye gören yapı için vakıflar tahsis edilir. Bu tahsisler zamanla artacaktır. Hasan Özönder’in tebliğinden (10) anladığımıza göre, günümüze gelinceye kadar bir çok badire atlatarak tamir ve tadilat gören yapı, son şeklini II. Abdülhamit döneminde alacaktır. Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılması üzerine faaliyetine son verilen Mevlevîhâne, zaman içerisinde bando binası, Kur”ân-ı Kerîm kursu ve müftülük binası olarak kullanılır. 2008 sonunda müze olarak hizmete geçer.

Afyonkarahisar’daki sema faaliyetleri 1925 senesinden itibaren gezekler vasıtasıyle sürdürülür (11). 1950’li yıllarda Konya, sema icra edecek bir ekip çıkaramadığı için mutrip heyeti ihtiyaca binaen Afyonkarahisar’dan karşılanır. 1960’lardan itibaren sema gösterileri Afyonkarahisar’da da icra edilmeye başlanır.

Dipnotlar-:

1. Yusuf  İLGAR, Sultan Divani ve Afyonkarahisar’da Mevlevilik,  Aftonkarahisar Mevlevihanesi Postnişinleri ve Mevlevi Meşhurları

2. Ahmet Eflaki Ariflerin Menkıbeler i‘nde şunları yazar. “..Sultan Veled’in Şeyh Selahaddin’in kızı Fatime Hatundan üç akıllı ve kuvvetli çocuğu olmuştur. Bunlardan biri, Çelebi Celaleddin Emir Arif, diğer iki kızdan büyüğünün adı Mutahhara Hatun küçüğünün ise Şeref Hatun’du. Mevlana bu iki kızdan birine Abide diğerine Arife adını vermişti. Bunların her ikisi de keramet ve velilik sahibi idiler. Rum ülkeleri kadınlarının çoğu bunlara mürid olmuşlardır.”

3. Divane Mehmet Çelebi, TDV İslam Ansiklopedisi 9.cilt

4. Zehra Gümüş,2006 yılında hazırlamış olduğu ‘Pîrî Paşa-zâde Cemâlî Mehmed b. Abdülbâkî TUHFE-İ MÎR’ isimli yüksek lisans tezinde şunları yazar.Tuhfe-i Şâhidî,

Gedä kim Şähidì-yi Mevlevìyem

Diyär-ı Menteşede Mu˚lavìyem

diyen Muğlalı Şâhidî İbrahim Dede’nin eseridir. Şâhidî’nin doğum tarihi tezkirelerde H. 875 / M. 1470 olarak verilmektedir. Babası Sâlih Hüdâyî’dir. “Doğumundan itibaren bazı fevkadelikleri görülen Şâhidî’nin elini, babası dostu olan sufî bir kazzâza vermiş ve oğlunu gözetmesini vasiyet etmiştir.” Şâhidî İstanbul’da Fatih Medresesinde ve Bursa Yıldırım Han Tabhânesinde ilim tahsil etmiştir. Farsça Divanının varlığından anlaşıldığı kadarıyla Farsçası Divan tertip edebilecek kadar iyidir. Bursa’dan Muğla’ya dönüp Şeyh Bedreddin’e intisâp etmiştir. Son olarak ise çok sevdiği, Bâli Çelebi’nin (Abapuş Veli) oğlu Dîvânî Muhammed Çelebi’ye bağlanır. Çelebi’ye olan muhabbetinden Türkçe Divan’ında sıklıkla bahseder. Kaynaklarda iki oğlundan bahsedilmektedir. Bunlardan birisi Hüsameddin Efendi olup “Tuhfe-i Hüsâmî” adlı Farsça kurallar içeren bir risâlenin müellifidir. Diğeri ise yine âlim bir zât olan ve babasının vefatından sonra kırk yılı aşkın süre Mevlevîhânede şeyhlik yapmış Şuhûdîdir. Şâhidî ardında üçü Farsça on eser bırakarak H.950 / M. 1550 yılında vefat eder.

Eserleri : Türkçe Divan, Farsça Divan, Gülşen-i Vahdet, Gülşen-i Tevhîd, Gülşen-i Esrâr, Gülşen-i İrfân, Mevlid, Gülistan Şerhi, Sohbet-nâme, Müşâhedât-ı Şâhidiyye, Tırâş-nâme, Risâle-i Âfâk u Enfüs ve Tuhfe-i Şâhidî’dir.

5. Yusuf İlgar, Mevlevi Meşhurları’nı kaleme aldığı yazısında Süleyman Şah ile Mutahhara Hatun arasındaki büyük yaş farkı dolayısıyla bu evliliğin imkansız olduğunu, muhtemelen Mutahhara Hatun’un kocasının Umur Bey olması gerektiğini ileri sürer. Halbuki Yılmaz Öztuna ‘Büyük Türkiye Tarihi’nde, “..Süleyman Şah hem Aydınoğlu  Umur Bey’in kızı, hem de Mevlana Celaleddin Rumi’nin oğlu Sultan Veled’in kızı Mutahhara Hatun’la evlenmiştir..”, der. Sezai Küçük, ‘XIX. Asırda Mevlevilik ve Mevleviler’ isimli doktora tezinde bu evliliğin Süleyman şah ile geçekleştirilmiş olduğunu Seyyid Sahih Ahmed Dede’ye dayandırır. Mehmet Önder ise, ‘Tarih Boyunca Mevlana Soyu’ başlıklı yazısında, Mutahhara Hatun’un Germiyanoğlu Mehmed Bey’le (öl. 136o’lar) evliliğinden söz eder. Bununla birlikte, Hasan Özönder ‘Afyon Mevlevihanesi’ başlıklı tebliğinde, ‘… Sultan Veled, kızı Mutahhere Hatun’u Germiyanli Savcı Bey’in oğlu Umur Bey’le evlendirerek (1276),..’ ifadesiyle İlgar’ın görüşündedir.

6. ÖNGÖREN Reşat, XVI.Asırda Anadolu’da Tasavvuf, Doktora Tezi, İstanbul, 1996

7. Sultan Divani ve Afyonkarahisar’da Mevlevilik, Afyon, 2002

8. Abdürrahim Karahisari’nin  Vahdetname adlı bir eseri mevcut olup bu konuda 2001’de Ayşe Gülay Keskin tarafından bir Doktora Tezi yapılmıştır. Karahisari’nin müritleriyle irtibatı olduğu görülen Şahidi’nin Muarrifoğlu diye bahsettiği ve sağlığında kendisiyle görüşememiş olduğu kişi Abdurrahim Karahisari’den başkası değildir.

9. Hülya KÜÇÜK,  MEVLEVÎ HANIM HALÎFE VE ŞEYHLER

10. ÖZÖNDER Hasan, Afyonkarahisar Mevlevihanesi

11. İLGAR Yusuf, Cumhuriyet Döneminde Afyonkarahisar’da Sema Gösterileri